Temmuz ayı bültenimize şöyle başlamıştık hatırlayacaksınız: “Kelimenin hem reel, hem de metaforik anlamında sıcak günler geçiriyoruz! Çok sıcak rüzgârları arkamıza almış, pupa yelken gidiyoruz... ama rotamız belli değil” demiştik.*
Ve endişe içinde şöyle devam etmiştik: “Eski bir deyişle 32 kısım tekmili birden ‘tefrika halinde’ sürüp giden bir Dünya Savaşı’ndan söz edilebilir. Ya da, daha yenilikçiyseniz, bir Dünya Savaşı “Mini Dizisi”nden....”
Yazının sonunu da şöyle bağlamaya çalışmıştık: “Savaş sıcağından Gezegen sıcağına: Son raporlara baktığımızda görüyoruz ki gezegenimizin ısınmasında durum, aklı zorlayan noktalara geliyor...”
Akıllar Zorlanıyor
Şimdi, Ağustos. Görüyoruz ki, hem savaşın, hem de küresel ısınmanın ateşi daha da harlanmış, ortalığı kasıp kavurmada: Evet, akıllar zorlanıyor.
Ağustos bülteninde bu sefer reel ısınmaya odaklanalım isterseniz: Yeryüzünün neredeyse bütünü yanıp kavruluyor şu sıralarda desek abartmış olmayız. Geçen ay dört kıtada sıcaklık rekorları birbiri peşi sıra kırıldı: Asya’da, Avrupa’da, Ortadoğu’da, Kuzey ve Güney Amerika’da...
Mesela, Hindistan’da dünya tarihinin gördüğü en öldürücü sıcak dalgalarından biri yaşandı, resmen yollar eridi ve 2,500’den fazla insan oracıkta hayatını kaybetti. Onun hemen ardından Pakistan 1,400’den fazla vatandaşının ruhunu sıcaklara teslim ettiğine şahit olurken, morglarda yer kalmadı ve ceset fazlalığından soğutma sistemlerinin arızalandığı belirtildi! Güneydoğu Asya ülkesi Tayland’da normalde ılıman olan Kamalasi kenti, tarihinde ilk kez 41 derece sıcaklık gördü ve şaşakaldı.
Azgın sıcak dalgaları Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde binden fazla insanın ölümüne yol açtı! Kuzeyin normalde serin Hollandası’nda Maastricht kenti 38 dereceyi gördü ve tüm Hollanda rekorunu yerle bir etti. Gene normalde serin ve yağışlı Londra’nın Heathrow hava alanında gölgede 36.7 C sıcaklık ölçüldü ki, bu, tüm Birleşik Krallık için tarihî bir rekordu.
Hararet Avrupa’dan sonra Ortadoğu’ya kaydı: İran’da kaderin garip bir oyunu ile karşı karşıya kaldık: Mahşer İskelesi (Bandar Mahshahr) adlı şehirde nemle birlikte hissedilen sıcaklık 70 dereceye ulaşmış, İran tarihinde görülmüş en yüksek sıcaklık rekoru kırılmıştı. (Bölgede bundan daha büyük sıcaklık sadece bir kere, o da kısa süre önce 2003 yılında Suudi Arabistan’ın Dahran kentinde görülmüş, 81.1 derece olarak ölçülmüştü!)
Antalya, Adana ve Mersin gibi güney illerinde de rekor kırıldı mı bilinmez, ama gazetelerin 60 derece hissedilen sıcaklık bildirdikleri birçok yer vardı. Bu yerlerde kendilerini suya atıveren insanlardan en az 18’inin boğularak öldüğü bildiriliyordu gazetelerde.
Öte yandan, Türkiye’nin güneydoğusunda orman yangınlarının ve de paradoksların “bini bir para” idi. Yangınların biri bitmeden diğeri başlıyor, merkez ve kırsal alandaki yangınlara devlet müdahale etmiyor, köylüler de “güvenlik nedeniyle” müdahale edemiyordu. (Gazeteler)
Sıcak dalgası Ortadoğu’yu sarınca binlerce Iraklı gerek Bağdad’ın Tahrir meydanında, gerese Basra, Kerbela ve Babil gibi diğer önemli şehirlerinin sokaklarına döküldü: temiz su, düzenli elektrik istiyorlardı ama eşitlik, adalet ve demokrasi de vardı taleplerinin arasında… Mülteci kamplarında ise çifte trajedi hüküm sürmekteydi: 3.5 milyon mültecinin 1,5 milyonu çocuktu ve sadece “birkaç hafta” içinde bu çocuklardan 62’si aşırı sıcaklardan hayatını kaybediverdi.
Yeni Normaller Zamanı
Öte yandan ABD’nin kavurucu kuraklığın pençesinden kurtulamayan Batı yakasında Kaliforniya’dan Batı Kanada’ya, oradan Alaska’ya her yerde orman yangınları hüküm sürüyor, dile orman (yangını) kaçakları, yangın mültecileri, tahliyeciler gibi yeni terimler ekleniyordu: Ve mesela Washington eyaletinin Olimpik Ulusal Parkı gibi yanması en son düşünülecek çok nemli ortamlarda “yağmur ormanları” sağanak yağmur altında cayır cayır yanıyor, buna Yanan Cennet adı veriliyor ve o bildik, tanıdık dünyamız birdenbire tepetaklak oluyor, tamamen tanınmaz hale geliyordu. Şimdi “yeni normaller” zamanıydı.
ABD’de müthiş sıcak hava dalgalarının yanı sıra tuhaflıklar da eksik değildi: Mesela, bir bölgede fırtına aşırı sıcağın etkisini azaltıyordu azaltmasına, ama burada da yeni terminoloji yaratılmasına ihtiyaç duyuluyordu. Artık olayın müthişliğini anlatmak için “ceviz büyüklüğünde” değil “beyzbol topu büyüklüğünde” doludan bahsediyordu yöre sakinleri.
Antropojenik (yani insan kaynaklı) iklim bozulması üzerine son yıllarda en çok kalem oynatanlardan Amerikalı gazeteci Dahr Jamail de bu durumu “yeni normal, artık ‘normal’ diye birşey olmaması demek” diye tarif ediyor zaten. Ve konunun kapsama alanını şöyle daraltıyor: “İklim bozulması konusundaki yeni normale gelince, bu da gezegen için bugünün yarından daha iyi olması demek oluyor.” 1
Bu durumun mükemmel bir örneği, James Hansen ile dünyanın önde gelen 16 iklimbilimci meslekdaşının online yayınladıkları müthiş araştırma: Antarktika ve Grönland buz örtülerindeki küresel ısınma yüzünden meydana gelen erimenin artık durdurulamaz hale geldiğini söylüyor Hansen ve arkadaşları.
Önümüzdeki 35 yıl içinde küresel deniz seviyelerinin 3 metre yükselmesine yol açacak bu gelişme, dünyadaki belli başlı bütün sahil şehirlerini denizlerin basması anlamına geliyor. Dahası, içine girdiğimiz jeolojik çağa artık anthropocene (yeni insan çağı) dahi denemeyeceğini söylüyorlar, ve eyvah – yeni normal haldeki çağımızı “Hiper-Anthropocene” olarak vaftiz ediyorlar!2 İyi mi?
“Hiper-Antroposen” Çağı
Hiper-Anthropocene: Grekçeden türetilmiş “hiper yeni insan” gibi alengirli bir isim takılan bu çağda neler olacağını merak etmiyor musunuz? Hansen ve arkadaşlarının metninden küçük bir paragraf alıntılamak, merakımızı gidermeye yetebilir: “Denizlerde böylesine büyük bir seviye yükselmesinin yol açacağı toplumsal çöküş ve ekonomik sonuçlar tam bir yıkım anlamına gelebilir. Mecburî göçler ve ekonomik çöküş yüzünden ortaya çıkacak çatışmaların gezegende hayatı yönetilemez kılacağını ve medeniyetin dokusunu çözecek bir tehdit oluşturacağını düşünmek zor değil.” 3
Bunlar geceyi uykusuz geçirmemize yeter de artar derken, karşımıza kâbus gibi bir yeni araştırma çıkıverdi: Buna göre, dünya çapında tüm buzulların sadece 21. yüzyılın ilk 10 yılındaki erime hızı, 20. yüzyıl ortalamasının en az 3 katı idi! İşin kötüsü, küresel ısınmanın yol açtığı buzul dengesizliği kendine özgü bir momentum kazanmıştı. Yani, iklim değişikliği istikrara kavuşturulsa bile buzullar daha büyük buz kayıplarına uğramaya devam edecekti. 4
Bizim Türkiye’de küresel ısınma vardı! NASA’nın Ege Üniversitesi ile ortak çalışmasında ortaya çıkan buz gibi gerçek şuydu: 1970’lerin ortasından bugüne ülkenin dağlarındaki buz örtüsünün yarısından fazlası eriyip gitmişti!. Ülkenin dağlık bölgelerinden 5’inde buzulların tamamı gitmiş, üçünde de ¾’ü kaybolmuştu! Haritada baktık, Süphan dağı mesela, tamamen buzsuzdu. 5
Bunun anlamı şuydu: yeni insan, yaklaşık 12 bin yıldır orada duran buz tabakasını sadece 40 (yazıyla kırk) yıl içinde eritmeyi başarmıştı! Medeniyetin tek dişi kalmış bir canavar olduğu apaçıktı.
Kapitalizmle Doğa arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi belki de bütün dünyada en veciz şekilde ortaya koyanlardan biri – ne mutlu bize ki – Türkiye’den çıkacaktı. İstanbul 3. Havalimanı projesini yürüten Şirketin CEO’su, verdiği bir mülakatta aynen şöyle diyecekti: “Dünyanın neresinde iş yaparsanız yapın, maalesef uygarlık ile doğanın çelişkisi var. Bunun önüne geçilemez.” 6
Yaşasın Kalkınma!
Bu sıcak günlerin kavurucu haberlerini arıların, kuşların, kutup ayılarının, deniz kaplumbağalarının, pembe somonların, somonların, mercan resiflerinin, deniz canlılarının, planktonların, insan sağlığının hızlıca yokoluşa gitmekte olduğunu gösteren araştırmalarla “zenginleştirmek” düşünülebilirdi ve fakat belki de gereksiz olur gerekçesiyle bu “ara sıcaklar”dan vazgeçtik.
Sadece iki yeni araştırmaya birer cümleyle değinerek bülteni kapatırsak: Anglia Ruskin Üniversitesi, küresel ısınma ve iklim değişikliği –ve bunlara karşı hiç tedbir alınmaması– sebebiyle, gıda çöküşü ve kıtlık felaketlerinin ortaya çıkacağını, bunun da insan toplumlarını çökerteceğini ortaya koyan ürkütücü bir model geliştirdi. Medeniyetin çöküş tarihini mi sordunuz?
2040. Yani 30 (yazıyla otuz) yıl içinde! 7
Gıda demişken, iki tanınmış bilimci, Stanford’dan Paul Ehrlich ve UC-Berkeley’den John Harte, iklim değişikliği ve azgın tüketim ekonomisi şartlarında insanlığın tarihte benzeri görülmemiş bir toplumsal kaosa koşturduğunu ortaya koyan bir araştırma yayınladılar. Onlara göre, gezegeni beslemek, gıda meselesinin çok ötesine gitmekte. 8 Milyarlarca insanın çöken gezegende yiyeceğe nasıl ulaşacağını mı sordunuz?
Devrim yaparak tabii!
Bunca zamandır izlediğimiz ve katıldığımız sayısız iklim eyleminde taşıdığımız en anlamlı pankartların üstünde yazılı olan şu basit cümleydi: “İklimi değil, Sistemi Değiştir!”
Cehennem sıcaklarından kurtulmanın tek yolu bu işte! Ve, bizim bunu yapacak gücümüz var!
Ömer Madra, Açık Radyo 6 Ağustos 2015
[1] Dahr Jamail, “The New Climate ‘Normal’..., http://www.truth-out.org/news/item/32131-the-new-climate-normal-abrupt-sea-level-rise-and-predictions-of-civilization-collapse
[2] Joe Romm, “James Hansen Spells Out Climate Danger Of The ‘Hyper-Anthropocene’ Age”, http://thinkprogress.org/climate/2015/07/27/3684564/james-hansen-climate-danger-hyper-anthropocene/
[3] Ibid.
[4] http://www.commondreams.org/news/2015/08/04/global-glaciers-melting-three-times-rate-20th-century
[5] http://earthobservatory.nasa.gov/IOTD/view.php?id=86140&src=eoa-iotd
[6] Çiğdem Toker, “İş yapınca uygarlık ile doğa çelişiyor”, Cumhuriyet, 2 Ağustos 2015. (vurgular benim-ÖM)
[7] Bkz.: http://www.independent.co.uk/environment/climate-change/society-will-collapse-by-2040-due-to-catastrophic-food-shortages-says-study-10336406.html
[8] http://www.commondreams.org/news/2015/08/05/feeding-people-our-stressed-planet-will-require-revolution