Öncelikle bu yazıyı yapımı devam etmekte olan Mersin Akkuyu Nükleer Santraline yaklaşık atmış kilometrelik bir mesafeden yazıyorum. Olası bir nükleer felakete lokasyon olarak yakın olmam ya da doğacak çocuklarımın genetik olarak mutasyona uğraması gibi kişisel endişelerimi de bir kenara bırakıyorum.
Bu yazıyı hükümetin gündemden uzak tutmak için özel bir çaba harcamadan, kendi kendine göz ardı edilen tehlikeye dikkat çekmek için yazıyorum.
Nükleer santralin iç yapısına baktığımızda, uranyumun fisyon tepkimesine girmesiyle oluşan enerji su buharının çok yüksek sıcaklıklara kadar ısıtılmasını sağlar. Yüksek sıcaklıktaki bu buhar, elektrik jeneratörüne bağlı olan türbinlere verilir. Türbin kanatçıklarına çarpan yüksek enerjili buhar, bilinen şekilde türbin şaftını çevirir ve jeneratörün elektrik enerjisi üretmesi sağlanır. Ortaya çıkan bu yüksek enerjinin kontrol edeilmesi ve nükleer atıkların depolanması ise asıl tehlikeyi doğurur.
Bilindiği üzere ileri teknoloji ya da enerji açığı gibi gerekçelerle iki adet nükleer santralin inşasına devam ediliyor. Bunlardan biri ülkenin en kuzeyi olan Sinop a diğeri ise ülkeninin en güneyi mersin e yerleştiriliyor. Seçilen bu iki nokta potansiyel facianın minimize edilmesi açısından tercih edilmiştir. Ancak facianın boyutlarını göstermek adına da ipucu vermektedir. En son hükümet nükleer kazaların çok düşük ihtimaller olduğundan söz ediyordu. Oysa adı teknolojiyle özdeşleşen Japonya nın dahi yakın tarihte fukuşima faciasını yaşaması bunun o kadar da düşük bir ihtimal olmadığını ortaya koyuyor. Hükümetin bu despot enerji politikasının eğer önlem alınmazsa ülkeyi ekolojik bir felakete götüreceğinden zerre kadar şüphem yok. Kaldı ki bu sadece enerji meselesi değil. Potansiyel bir nükleer savaşa karşı elinde caydırıcı güç unsuru bulundurmak istiyor hükümet. Belki iran ın yaptığı gibi Erdoğan da dünyaya kafa tutmayı hedefliyordur kimbilir. Şunun da bilinmesi gerekir ki Türkiye nin enerji sorunu yoktur. Hatta barajlardan elde ettiği bir miktar elektrik enerjisini ihraç dahi etmiştir. Öyle ki bu yüzden rüzgar ve güneşten enerji elde etme gibi modern yöntemlere gerektiği kadar önem vermemiştir. Evet bu yöntemlerde doğaya bir miktar zarar verir. Fakat nükleer santraller, barajlar ve H.E.S. lerle kıyaslanacak boyutlarda değildir.
Bundan 28 yıl önce Çernobil Nükleer Santrali'nde meydana gelen patlama sonucunda, radyasyon yüklü bulutlar Avrupa ve Asya'nın büyük bölümüne yayılarak binlerce kişinin ölümüne neden oldu. Bu yılın Mart ayında Japonya'da yaşanan deprem ve tsunaminin ardından Fukuşima Nükleer Santrali büyük hasar gördü. Santralden yayılan radyasyon havaya ve denize karıştı. Durumun Çernobil'den bile kötü olduğu söylenirken, yetkililer gerçekleri her zamanki gibi halktan gizliyor.
Mevcut hükümetin zaten öyle çevreci doğa dostu bir profil çizmediği biliniyor. Ancak bu enerji politikasının coğrafyamızda ve ekolojik sistemde neden olacağı tahribatı sonraki hükümetlerin de telafi edemeyeceği realitesi vardır. Dolayısıyla hükümet sadece bugünümüze değil geleceğimize de ipotek koyuyor..
Hakan Balaban,