Yeniçeltek Madeni, Türkiye’nin toplumsal tarihinde kendisine çoktan yer buldu. Yarım asrı aşkın geçmişiyle bu maden havzası, 1970’lerin sonunda o zamana kadar görülmemiş bir madenci direnişine sahne olmuş; maalesef yine o zamana kadar bu ülkede görülmemiş hoyratlıkta bir darbenin altında ezilmişti.
İşçilerin eşit ücret talebiyle başlattığı ve madeni işgale kadar giden Yeni Çeltek direnişi, 12 Eylül 1980 darbesiyle son bulunca madenciler ‘Yeni Çeltek Devrimci Yol’ isimli meşhur davada yargılandı, işkence gördü, bazıları yıllar boyunca tutuklu kaldı. Talepleri insanca iş koşulları, eşit ücret, velhasıl özlük hakları ve insanca bir yaşamdı. Yıllar sonra işkence mağduru madenciler dava açtı. Şimdi de tek istedikleri işkencecilerinin hesap vermesi.
64 günlük direniş
Yıl 1976. Yeni Çeltek madeninde çalışan 980 işçi, maden mühendislerinin girişimiyle örgütlenen Maden-iş Sendikası’nda ilk defa kendi iş koşullarıyla ilgili taleplerini işverene sunmak için pazarlık masasında yerini aldı. İşverenin talepleri kabul etmemesi üzerine alınan grev kararı, Yeni Çeltek için örgütlenmenin mümkün olduğunu göstermesi açısından mihenk taşı oldu. Sonrasında ‘Yeraltı Maden İş’ ismiyle kendi sendikasını kuran işçiler dört yıl sonra tekrar toplu iş sözleşmesi masasına oturduğunda bu sefer işveren ‘işletmenin zarar edeceği’ gerekçesiyle hiçbir talebin karşılanmayacağını belirtti. Üye sayısı artık 8 bini bulmuş olan sendikanın greve gitmesi ve işverenin karşılık olarak maden ocağını kapatmasıyla 64 gün sürecek Yeni Çeltek direnişi başlamış oldu. Üretime devam eden ve çıkardığı kömürü halk komiteleri aracılığıyla halka satan, üstüne çıkan parayı da işverene veren madenciler için 1980 darbesi sonun başlangıcı oldu. Suluova’daki Et ve Balık kurumuna götürülen işçilerin bazıları günlerce, bazıları aylarca işkence gördü; kıymeti kendinden menkul bir ‘Yeni Çeltek Devrim Yol’ örgütü yaratılarak işçiler yargılandı. Uzun yıllar hapis yatanlar oldu. Darbenin balyozu Türkiye işçi sınıfının üzerine bu davayla indi. Bu zulmün önemli tanıklarından, 2011 yılında hayatını kaybeden Elif Ana (Elif Erkorkmaz) yaşadıklarını şöyle anlatıyordu: “Çocukları dövüyorlar, devrimcileri dövüyorlar’ dediler. Öyle deyince ben devrimcileri kurtarmaya gittim, kendimi kurtaramadım. 20 sene aldım, 8 sene yattım. Niye pişman olayım? Ben evlatlarım için gittim oraya. Beni kimse kandırmadı, kimse götürmedi. Aklım ererek gittim. Yine yaparım, gücümün yettiği kadar yaparım.”
“Kendi çıkardığımız kömürü halka sattık, üstünü de patrona verdik”
Buraya kadar okuduklarınız Yeni Çeltek direnişiyle ilgili ufak bir araştırmada ulaşabileceğiniz bilgiler. Biz biraz daha yakından bakalım. Merzifon’a bağlı Kayadüzü Köyü’ne misafir olduğumuz günlerde tanıştığımız Mehmet Şahin, dünkü yazıda tanıştırdığımız Besim Şahin’in babası ve Yeni Çeltek direnişine katıldığı gerekçesiyle iki sene hapis yatmış bir madenci.
64 günlük maden işgaliyle ilgili ‘güzel günlerdi’ diyor: “Patron madeni kapatma gerekçesi olarak kömür rezervinin bittiğini söylemişti. İşgal sırasında Maden Tetkik Arama (MTA) kontrole geldi ve rezervin hala olduğu tespitini yaptı. Biz yüzde 30 düşük kapasityele çalıştırdık, halka sattık, hatta fazla parayı işverene verdik. Buranın en iyi maaş alan işçileri bizdik. Her işçiye bir kilo yoğurt verilirdi. Olay yoğurdun parasını vermek değil, o yoğurdu köyden getirtip hep beraber yemekti. Ta o dönem anti grizulu malzemeyi biz getirdik. Yeraltı Maden İş’in sendikal mücadelesi işçilerin bilinçli hareket etmesini sağladı. Şimdi hiçbir sendika iş yerinde işçi haklarını savunamıyor, savunmuyor.”
‘Et ve Balık’ın etrafında ağlayan köpekler
Darbe sonrası, ‘örgüt’ üyeliği suçlamasıyla madencilerin büyük bir kısmı, bölgedeki Et ve Balık Kurumu’na götürüldü. Tıpkı aynı dönem yüzlerce kişinin işkence gördüğü Fatsa Et ve Balık Kurumu gibi Suluova’da ki kurum da işkencenin merkezi oldu.. Mehmet Şahin orada 50 gün kaldı: “Mahkemeye çıkacağın güne kadar işkencedesin. İddianamenin hazırlanması altı ayı buldu; o zamana kadar orada kalan, neden alındığını bilmeyenler vardı.” Şahin, binanın etrafındaki köpekleri anlatıyor, işkence bağırışlarını bastırsın diye bağlanmış köpekleri. Bağrışlara yavru köpeklerin ağlama sesinin karıştığını hatırlıyor. “İşkence sadece dayak değildi ki, yemek yemek bile işkenceydi. Asker gelir, tüfeğini doğrultup ‘hepinizi tararım’ der. 12 Eylül’den sonra binlerce aile buradan göç etmek zorunda kaldı. Almanya’ya gidenler oldu. Cezaevinden çıkınca insanlar korkudan sana selam veremiyor, işe giremiyorsun.”
“Korkudan yanımdaki kocama bakamıyorum”
Zulüm gören sadece madenciler değil elbette, onların eşleri de Et Balık kurumunda ‘misafir’ edilmiş. Mehmet Şahin’in eşi Nurhan Şahin hiç unutamadığı şu anıyı anlatıyor: “Mehmet’i aldıklarını akşamında haber aldım. Et Balık’a gittim, o zaman küçük kızıma hamileyim. Baretta (asker) Mehmet’e vermeleri için para uzatırken ‘sen karısı mısın? O zaman tutuklusun’ dedi. O gün beni dört beş defa ifadeye çağırdılar. Kocam, kaynım yanımda oturuyor, korkudan bakamıyorum. Benimle birlikte çok kadını almışlardı ifadeye, akşama doğru saldılar beni ama yalnızım, arkadan da bir araba takip ediyor. ‘Bunları kim sahipleniyor, kim alacak’ diye peşimden gelirlermiş. Et Balık’tan köye yol sekiz kilometre. O yolu tek başıma yürüye yürüye geldim. Yalnız başıma, hava kararmış... Korktum.”
İşkenceyi gören yokmuş
Mehmet Şahin 6 Mayıs 1983’te tahliye edildi. Ondan çok daha uzun süre tutuklu kalanlar da oldu. 2010 yılında, Hasan Kaplan, Fazlı Kuru Metin Irmak ve arkadaşları, Amasya/Suluova Et-Balık Kurumunda Yüzbaşı Atasoy Fitos ve Başçavuş Burhan Yöntem’e kendilerine uyguladıkları işkencelerden dolayı dava açtılar. İddianamenin Amasya Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmesi üzerine o zamana kadar ifadesi alınamayan Yüzbaşı Fitos hakkında yakalama kararı çıkarılmış, Fitoz ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmıştı. Yüzbaşının ifadesi, işkencecinin inkârına dört dörtlük bir örnekti: Kendisi müştekilerin ifadesini almamış, ifadeleri alan jandarmalar da mağdurları kendi birlik binalarına değil, yakındaki Et ve Balık Kurumu’na götürmüş sonra da kendi gözetim odalarına getirmişti. Görmemiş, duymamış, bilmemişti. Yani onlar ermiş muradına...
Bugün (11 Eylül) saat 9.00’da Amasya Ağır Ceza Mahkemesi’nde bu işkence davasının yeni duruşması görülecek. Mehmet Şahin’e davadan ne beklentisi olduğunu soruyorum: “İşkencenin insalık suçu olduğunu mahkeme tutanağına yazdıracağız. Bizden sonra gelecek insanlar bu işkenceye tâbi olmamalı. İşkenceciler korunduğu müddetçe de hiç kimse özgür olamaz. Karar çıkmasa da biz işkencenin var olduğunu söylüyoruz. O dönem işkence görmüş insanların doktor raporu var; ölen, sakat kalan arkadaşlarımız var.“
Yeni Çeltek direnişine katılmış ve o günleri örgütlü mücadele adına umutla hatırlayan bu emekli madenci, tahmin edilebileceği gibi bugüne dair pek parlak bir tablo çizmiyor. “Soma’da 300 insan öldü, çıt çıkmadı. Niye? Oradakiler de insandı. Yeraltında kömür madeninde çalışan bir işçinin alnında ölüm yazılıymış gibi davranıyorlar.. Öyle değil işte. Bizim çalıştığımız dönem birinci mesele iş güvenliği, denetim ve dayanışmaydı.”
kaynak: yeşilgazete / Gözde Kazaz