Bakan Bayraktar'dan tarihi itiraf geldi. Evet, küçücük derelere HES'lerle doğayı mahvetmişiz, çare nükleermiş. Ahmetler Köyü günlerdir nöbette.
Hafta içinde hakikaten insanı ortadan çatlacak bir açıklama geldi Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’dan. Öncesi hepimiz için muhteşem bir şaşkınlık. Diyordu ki, “Haklısınız, HES’lerle ufak dereleri mahvediyoruz”. ‘Su akar, Türk bakar’, ‘Bundan sonra dereler bizim istediğimiz gibi akacak’a devşirilerek neredeyse ulusal bir politika haline gelmişken, Türkiye sathında dokunulmamış dere, suyu için mücadele etmeyen az köylü kalmışken, bir bakandan böyle bir itirafın gelmesi tarihi olarak nitelendirilebilir. Vaadi de var Bayraktar’ın: “10 megavattan az enerji üretecek HES’lere kesinlikle izin vermeyeceğiz. Bundan sonra bunun hesabını sorarsınız”.
En azından zararın neresinden dönülürse kârdır deme ihtimali varken Bayraktar’ın dilinin altındaki bakla göründü. Türkiye’nin ithal ettiği enerji miktarından yakınarak ‘böyle küçük dere işleriyle’ altından kalkılamayacağını, nükleer enerjinin şart olduğunu söylüyordu. Yerel ve ulusal ölçekte, yılların HES karşıtı mücadeleleri, birden nükleer enerji argümanına sırt yastığı oluvermişti.
Bu sayede mahkeme koridorlarını öğrenen, her yargı kararına dikilen yeni kılıflardan yılmayan, kaybederek mücadele etmeyi öğrenen, bu sayede politize olan, suyun her biçimde ticarileştirilmesine itiraz eden, günlerce nöbet tutan, bizzat yargılanan, ceza ödeyen, köyüne, toprağına, suyuna sahip çıktığı için pataklanan, yerlerde sürüklenen, gaz yiyen ve de toplumun geneli nezdinde kriminalize edilen o insanlar meğer haklıymış. Tüh. Haydi sarılıp öpüşüp nükeer planlarımıza bakalım şimdi.
* * *
Asıl hedef ne?
Bunun yanı sıra sanıyor musunuz ki HES defteri kapandı. Antalya’nın Manavgat ilçesine bağlı minicik bir dağ köyü olan Ahmetler’e bakalım. Geçim kaynağı sınırlı, yoksul bir köy olan Ahmetler’in sadece son yıllarda mütevazı turizm potansiyeli taşıyan 12 kilometreye yakın bir kanyonu mevcut. Geçen yaz tesadüfen öğreniyorlar dereleri için bir HES planı olduğunu. Köyden kilometrelerce uzakta, Manavgat’ta bir kütüphanenin duvarına asılmış halbuki, bundan haberdar olmamaları, böylelikle yasal itiraz süresinin de geçmiş olması onların suçu herhalde, değil mi?
Ekim başında kanyon ağzına iş makineleri dizilince başladı köy halkının direnişi. Kasımın başından beri de soğuk, ayaz, çiğ demeden oradan ayrılmıyorlar. Çünkü gittikleri anda şirketin (Seçenek Enerji A.Ş.) anlaştığı, daha öncekiler pes edip gittiği için üçüncü taşeron firma inşaata başlayabilir. Bu olabilir, daha önce yaşandı çünkü. Bekleyen tek iş makinesinin yanında bir er nöbet tutuyor 24 saat. Böyle bir sahne...
Oralı olan Türkçe öğretmeni Mustafa Koç, araştırıp okudukça HES’ler konusunda bölgenin âkil kişisi olmuş. Köyleri için önerilen tam da Bayraktar’ın andığı 10 megavattan az enerji üretecek HES’lerden. ‘Hesabını sorun’ dediklerinden. Koç, “Akıllı bir insan burada HES yapmaz. Dünya çapında bir kanyonu yok edecek olmasının dışında, bakın aralık gelmiş derenin suyu o kadar az ki. Bu da kafamızı karıştırıyor. Yeraltı nehirleri haritasına bakınca düşünüyoruz, belki de asıl hedef o suyu pazarlamak. Ya da başka bir hesap var. Yoksa bu HES’in hiçbir açıklaması yok” diyor.
Mustafa Bey, HES’lerden konuşulurken birden karşısına nükleer enerji alternatifinin çıkarılmasına da itiraz ediyor, “Güneş ülkesiyiz, rüzgârımız var, başka kaynaklar bulunabilir” diye konuşuyor.
Ahmetler köylüsü bir yandan davalarını taşıdıkları Danıştay’dan cevap bekliyor, bir yandan 24 saat nöbette. Bütün bu hakikatler ortadayken HES izni çıkabilmiş, direniş başlayınca vali, kaymakamı görevlendirmiş, o da gelip şirket elemanı gibi “Sizin için iyi olabilir” minvalinde konuşuyor, iş makinesinin önünde asker bekliyor. Böyle organize işler…
Neresinden baksanız insanı ortasından çatlatıyor.
En azından zararın neresinden dönülürse kârdır deme ihtimali varken Bayraktar’ın dilinin altındaki bakla göründü. Türkiye’nin ithal ettiği enerji miktarından yakınarak ‘böyle küçük dere işleriyle’ altından kalkılamayacağını, nükleer enerjinin şart olduğunu söylüyordu. Yerel ve ulusal ölçekte, yılların HES karşıtı mücadeleleri, birden nükleer enerji argümanına sırt yastığı oluvermişti.
Bu sayede mahkeme koridorlarını öğrenen, her yargı kararına dikilen yeni kılıflardan yılmayan, kaybederek mücadele etmeyi öğrenen, bu sayede politize olan, suyun her biçimde ticarileştirilmesine itiraz eden, günlerce nöbet tutan, bizzat yargılanan, ceza ödeyen, köyüne, toprağına, suyuna sahip çıktığı için pataklanan, yerlerde sürüklenen, gaz yiyen ve de toplumun geneli nezdinde kriminalize edilen o insanlar meğer haklıymış. Tüh. Haydi sarılıp öpüşüp nükeer planlarımıza bakalım şimdi.
* * *
Asıl hedef ne?
Bunun yanı sıra sanıyor musunuz ki HES defteri kapandı. Antalya’nın Manavgat ilçesine bağlı minicik bir dağ köyü olan Ahmetler’e bakalım. Geçim kaynağı sınırlı, yoksul bir köy olan Ahmetler’in sadece son yıllarda mütevazı turizm potansiyeli taşıyan 12 kilometreye yakın bir kanyonu mevcut. Geçen yaz tesadüfen öğreniyorlar dereleri için bir HES planı olduğunu. Köyden kilometrelerce uzakta, Manavgat’ta bir kütüphanenin duvarına asılmış halbuki, bundan haberdar olmamaları, böylelikle yasal itiraz süresinin de geçmiş olması onların suçu herhalde, değil mi?
Ekim başında kanyon ağzına iş makineleri dizilince başladı köy halkının direnişi. Kasımın başından beri de soğuk, ayaz, çiğ demeden oradan ayrılmıyorlar. Çünkü gittikleri anda şirketin (Seçenek Enerji A.Ş.) anlaştığı, daha öncekiler pes edip gittiği için üçüncü taşeron firma inşaata başlayabilir. Bu olabilir, daha önce yaşandı çünkü. Bekleyen tek iş makinesinin yanında bir er nöbet tutuyor 24 saat. Böyle bir sahne...
Oralı olan Türkçe öğretmeni Mustafa Koç, araştırıp okudukça HES’ler konusunda bölgenin âkil kişisi olmuş. Köyleri için önerilen tam da Bayraktar’ın andığı 10 megavattan az enerji üretecek HES’lerden. ‘Hesabını sorun’ dediklerinden. Koç, “Akıllı bir insan burada HES yapmaz. Dünya çapında bir kanyonu yok edecek olmasının dışında, bakın aralık gelmiş derenin suyu o kadar az ki. Bu da kafamızı karıştırıyor. Yeraltı nehirleri haritasına bakınca düşünüyoruz, belki de asıl hedef o suyu pazarlamak. Ya da başka bir hesap var. Yoksa bu HES’in hiçbir açıklaması yok” diyor.
Mustafa Bey, HES’lerden konuşulurken birden karşısına nükleer enerji alternatifinin çıkarılmasına da itiraz ediyor, “Güneş ülkesiyiz, rüzgârımız var, başka kaynaklar bulunabilir” diye konuşuyor.
Ahmetler köylüsü bir yandan davalarını taşıdıkları Danıştay’dan cevap bekliyor, bir yandan 24 saat nöbette. Bütün bu hakikatler ortadayken HES izni çıkabilmiş, direniş başlayınca vali, kaymakamı görevlendirmiş, o da gelip şirket elemanı gibi “Sizin için iyi olabilir” minvalinde konuşuyor, iş makinesinin önünde asker bekliyor. Böyle organize işler…
Neresinden baksanız insanı ortasından çatlatıyor.
PINAR ÖĞÜNÇ