İklimsel değişiklerin de etkisiyle 2013 yılında yaşanan küresel afetlerin faturası 192 milyar doları aştı. Olumsuz iklim şartları yüzünden 2050 yılında 150-300 milyon insanın göç etmek zorunda kalacağı bir dünyada Türkiye bu risklere ne kadar hazırlıklı?
Son dönemde herkes iklimde yaşanan farklılaşmayı konuşuyor.
Ortaya çıkan anlık hava değişimleri konunun gündemde kalmasında etkili.
Bu yıl yaşadığımız kuraklık, sonrasındaki don, dolu olayları ile şimdilerde ortaya çıkan aşırı sıcaklar ve hemen akabindeki şiddetli yağışlar, insanoğlunun doğaya verdiği zararın faturası niteliğinde.
Aslında konuya kısa vadeli yerel iklimsel hareketlerden çok küresel boyutta, orta ve uzun vadede bakmakta fayda var. Çünkü iklim değişikliklerindeki artış, beraberinde iklimsel göçleri de insanlığın gündemine zorunlu olarak yerleştirdi.
Hali hazırda dünyanın farklı noktalarında bu değişimin olumsuz etkilerine milyonlarca insan şahit oluyor.
Beyaz Saray 150 milyar Dolar’lık fatura çıkardı
Hatta öyle bir noktaya geliniyor ki geçtiğimiz haftalarda Beyaz Saray Yönetimi küresel iklim değişikliğinin ABD ekonomisine olumsuz etkilerinin 150 milyar doları bulabileceğini açıkladı.
Hazırlanan raporda değişik senaryolara yer verilirken, iklimsel göçlere ve olası mülteci akınlarına da dikkat çekildi. ABD açısından kuraklık ve küresel ısınma neticesinde özellikle Meksika gibi ülkelerden işsizlik etkisiyle devam eden göçlerin ileriki dönemde daha da artabileceği yönünde riskler de gündemde.
Amerika kıtasında bu konuda olası senaryoları masaya yatıran tek ülke ABD değil.
Brezilya da bu konuda bir çalışma yaparak küresel iklim değişikliğine yönelik 40 milyar dolarlık bir bütçe ayırdı.
Geçtiğimiz haftalarda Avustralya ile Hawaii arasında yer alan Tuvalu Adası’ndan bir aile küresel iklim değişikliğini gerekçe göstererek Yeni Zelanda’ya göç etmek üzere başvuruda bulundu. Ve aileye Yeni Zelanda Göçmenlik ve Koruma Mahkemesi tarafından ikamet izni verildi. Bu ailenin göçü sembolik bir hareket gibi gözükse de aslında gelecek dönemlerdeki sorunun da habercisi niteliğinde.
2050 yılında 150-300 milyon insan göç edecek
Internal Displacement Monitoring Center’ın öngörülerine göre 2050 yılında 150 ila 300 milyon arasında insan küresel iklim değişikliği gerekçesiyle dünyanın bir yerinden başka bir yerine göç etmek durumunda kalacak.
Bunun ekonomik karşılığı ve ülke ekonomilerine yansımaları farklı olacak. Bazı ülkeler de bu alanda istenmeyen bir nüfus artışı ve buna paralel güvenlik sorunları ön plana çıkacak.
Nüfus artışı demişken ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın “Küresel Trendler 2030: Alternatif Dünyalar” başlıklı raporuna göre 2030 yılı itibariyle dünya nüfusunun 7.1 milyardan 8.3 milyara yükseleceği öngörülüyor.
İklim değişikliğinin ekosistem üzerindeki etkilerine değinilen raporda küresel göçlerde en büyük etken olarak deniz seviyesinin yükselmesi, kuraklık, sel, kasırga gibi iklimsel değişikliğine dayalı olayların gelecek 20 yıl içinde artarak devam etmesi bekleniyor.
OECD’ye göre dünya nüfusunun yarısı su stresi yaşayacak
OECD’nin bir öngörüsü de bu çalışmayı destekler nitelikte. OECD’ye göre 2050 yılı itibariyle dünya nüfusunun yarıya yakını (%47) su stresinin yaşandığı bölgelerde yaşıyor olacak.
Aslında uluslararası sigorta ve danışmanlık Aon Benfield Şirketi’nin 2013 yılına yönelik Küresel İklim ve Afet Raporu bu konuda bize çok önemli veriler ve öncü işaretler sunuyor.
Rapora göre, küresel iklimsel değişikliğinin de etkisiyle 2013 yılında dünyanın farklı noktalarında yaşanan 296 farklı afetin faturası 192 milyar doları aştı.
Söz konusu ekonomik kaybın yüzde 35’i sel felaketleri (58 milyar doları aşıyor) ile ortaya çıkarken, 2013’teki kuraklığın faturası ise 23 milyar doları geçti.
Rapora göre 2013 yılının en büyük küresel felaketi ise 22 milyar dolarlık ekonomik kayba yol açan Avrupa’daki sel afeti oldu.
Anadolu kuraklık tehdidi altında
Peki Türkiye küresel iklim değişikliğine ne kadar hazırlıklı?
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 2011 yılında yayımlanmış “İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı 2011-2023” adlı raporu mevcut ama bunun pratikte ne kadar uygulanabilir olduğu tartışma konusu.
Hali hazırda jeopolitik risklerin gölgesinde her geçen gün yeni bir göç dalgası ile karşılaşan Türkiye gelecekte iklim göçlerine maruz kalabilir. Hem ülke içinde hem de dışarıdan bir göç dalgası geleceğe yönelik olası senaryolar arasında yer alabilir.
Belki bunları bugünden konuşmak için erken diyenler olacaktır ama dünya bu senaryoları çoktan konuşmaya ve üzerinde çalışmaya başladı bile.
Yıllardır Anadolu’da nehirler ve göller başta olmak üzere su kaynakları kuruyor. Su havzaları kayboluyor. Tarım arazileri azalıyor. Birbirini tetikleyen olumsuz koşullar çarpan etkisi yaratarak iklim değişikliğindeki süreci daha da hızlandırıyor. Bunun kısa vadede ekonomik etkilerini artan gıda fiyatları ile zaten görmeye başladık. Ama uzun vadede bunun faturası daha ağır olacak.
Yerel yönetimlerin tarım arazilerini imara açtığı, akarsuların özel şirketlere kiralanma sürecinin konuşulduğu bir dönemde atılan her adımın hesabı iyi yapılmalı.
Geleceğin üç stratejik alanı: Su, Gıda, Enerji
Bu konuda çalışmaları olan Su Politikası Uzmanı ve aynı zamanda Hidropolitik Akademi Başkanı Dursun Yıldız, Türkiye’nin üç temel alanda kendisine stratejik hedef koyamadığını belirtiyor. Bunları, su, gıda ve enerji olarak sıralayan Yıldız, “Türkiye maalesef bu süreci yönetemedi ve hala da yönetemiyor” diyor.
Türkiye’nin şuan karşı karşıya olduğu en büyük riskin iklim değişimi ve ortaya çıkaracağı sonuçlar olduğunu belirten Yıldız, Türkiye’nin iklim değişimine adaptasyonu konusunda kurumsal açıdan yetersiz olduğu ve birçok ülkenin aksine bu alanda gerekli mali kaynağı ayırmadığı görüşünde.
Türkiye’nin bu konuda pek çok ülkeye göre daha büyük risk altında olduğunu ifade eden Yıldız, “Türkiye’de su kaynaklarına yönelik orta ve uzun vadeli sıkıntılar eğer önlem alınmazsa kısa vadeye çekilir. Türkiye su zengini bir ülke değil” diyor.
Küresel anlamda güvenlik kavramının özellikle soğuk savaş dönemi sonrasında farklılaştığına dikkat çeken Yıldız, bakın bu süreci nasıl açıklıyor: “21’inci yüzyıl başında algılar farklılaştı. Artık enerji güvenliği, gıda güvenliği, çevre güvenliği, bilgi teknolojilerine yönelik güvenlik kavramları öne çıkıyor. Bu alanların güvenli hale getirilmesi zorunluluğu doğdu. Çünkü bu alanlar birbirini tetikleyecek kadar kritik önemde.”
“21. Yüzyılda yeni paradigmalar Türkiye’yi köşeye sıkıştırıyor”
Bu noktada Birleşmiş Milletler’in yeni bir komisyon kurarak iklim göçmenliğine yönelik yeni kriterler belirlemesi de göz ardı edilmemeli.
Dursun Yıldız, Oxford Üniversitesi’nin 2050 yılında 200 milyon kişinin iklim göçmeni olacağı yönündeki araştırmasından bahsederken, Akdeniz Havzası’nın iklim değişiminde en büyük risk barındıran havzaların başında geldiğini söylüyor.
Türkiye’de artık su, gıda ve enerji konusunun birlikte ele alınarak bu paradigmanın yaygınlaştırılması gerektiğini vurgulayan Yıldız, “Türkiye, bu konularda önüne stratejik hedefler koymalı. Toplum ve kurumlar bu değişime hazırlanmalı. Türkiye’nin su, enerji ve gıdada stratejik hedefi var mı?” diye sorarak 21’inci yüzyılda yeni paradigmaların Türkiye’yi sıkıştırmaya başladığını savunuyor.
kaynak: bloomberg ht / irfan donat