Kaynak: Vatan, 7 Nisan 2011
Cengiz Aktar
Bugüne kadar HES’ler kralı Çevre Bakanı üzerinden yürüyen çevre tartışmasında nihayet meselenin esas sahibi olan Enerji Bakanı ortaya çıktı.
Bakan geçen pazar CNN Türk’te adına tam anlamıyla bilgi denemeyecek iddialarda bulundu.
Türkiye’de çevre tartışması daha çok toy. Çerçevesi ve içeriği kalkınmacı mühendis ideolojisi, politikacıların kibri ve iş dünyasının rant iştahıyla belirleniyor. Esas tartışılmaları gereken kalkınmacı saplantı ile sürdürülebilir enerji kaynakları olmayınca bu konulardaki yaygın bilgi eksikliği fırsat bilinerek halk rakama ve demagojiye boğuluyor. Bilimsellik, yenilikçilik, işbitiricilik, ideolojiler üstü olma iddialarına sahip kendinden emin bu dil diyalogdan ziyade monologa meyilli.
Şu sıralarda tartışma tabiidir ki Japonya’daki nükleer felâket üzerinden Türkiye’de kurulması dayatılan iki santral etrafında yoğunlaşıyor. Nükleeri aklama harekâtında verilen sözümona bilgiler yıllardır ABD’de ve Fransa’daki nükleer lobinin zırva karşılaştırmalarından ibaret. Kabaca ‘nükleer kazadan ziyade sigaradan ölünüyor’ gibi bir mantık. Mantıkçılara makale yazacak kadar malzeme çıkar zira nükleerin bilinmeyeni çok fazla. Denklem tutmaz.
Bugün için kesin bilinen tek bir şey varsa o da nükleer atıkların yerküreye ve hayata ne kadar zarar vereceğinin bilinmediği. Zira nükleer, sonuçlarının tam anlaşılması için yeterince eski bir teknoloji değil. Zaten o yüzden bugün ‘benden sonra tufan’ şuuru hâkim. Ama Türkiye’nin enerji politikasını belirleyen baş sorumlunun atık konusunda söyledikleri bunu da aşıyor. Bakan Rusya şirketi Rosatom’un yapacağı santralin atığının şirketin sorumluluğunda olduğunu söylüyor. Sanki şirket sorumlu olunca atık zararsızlaşacak.
Nükleer lobi Fukuşima sonrası aklama harekâtını topyekûn sürdürüyor. Bakıyorsunuz Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı eski görevlisi Necmi Dayday Zaman’da, yaşananlara rağmen Japonya’da santral inşaatlarının sürdüğünü söylüyor. Ben ise geçen Cumartesi, Japonya’nın en önemli gazetesi Asahi Shimbun’un genel yayın yönetmenine ülkesinde nükleer enerjinin akıbetini soruyorum. ‘Bu tartışma kaçınılmaz ama şunu kesinlikle söyleyebilirim ki artık yeni bir nükleer santral yapılması mümkün değildir’ diye cevaplıyor.
Yine aynı mülâkatta bizim mühendis Çernobil felâketi sonrasında ölen ve hastalananların hastalık nedenlerinin radyasyon olduğu kesin değildir demeye getiriyor. Doğru, hayatta ne yüzde yüz ki? Fukuşima da deprem ve tsunamiden oldu zaten! Aynı mülâkatta Çernobil tipi reaktörlerin artık yapılmadığını da öğreniyoruz ama hâlâ çalışanları ve komşu Bulgaristan ile Ermenistan’da eşit derecede tehlikeli olanları var denmiyor.
Nükleer kader değil
İddialara rağmen Greenpeace’in Kasım 2009’da açıkladığı Enerji (D)evrimi Senaryosu, yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği temelli bir enerji politikasının gayet mümkün olduğunu gösteriyor.
www.greenpeace.org/turkey/tr/news/enerji-devrimi031009/ Mevcut sistemin ve nükleerin alternatifi olmadığı iddiasının aksine!
Üstelik nükleer enerjide yerel uzmanlık kıtlığı yeni bir bağımlılık anlamına geliyor. Oysa yenilenebilir enerji konusunda uzmanlaşmak, örneğin bazen esen bazen esmeyen rüzgârı etkin bir şebeke sistemiyle verimli hale getirmek mümkün. Keza ekonominin enerji oburu olması şart değil. ARGE ve yeni teknolojiler kalkınma ile enerji arasındaki mutlak ilişkiyi çoktan bitirdi. En vahimi ise enerji oburu Türkiye’deki kontrolsüz enerji tüketimi ve israfı.
Hep deriz: Türkiye’de nükleer kavga ve çevreci direniş hükümetin ısrar ve dayatmaları sayesinde büyüyor. İşletmedik su bırakmayacağız diye övünen Bakan’ın CNN programında istifine bozmasına neden olan tek konu tam da bu idi: Anadolu’yu Vermeyeceğiz Platformu’nun yedi koldan yola çıkan ve Nisan’da Ankara’da olacak Büyük Anadolu Yürüyüşü! www.anadoluyuvermetecegiz.net
Keza Çernobil’in yıldönümü 26 Nisan 18.30’da Galatasaray Lisesi önünde Küresel Eylem Grubu ‘nükleersiz bir dünya mümkün; güneş, rüzgâr bize yeter’ diyecek.
www.kureseleylem.org