İki nükleer santral 'proje'si olan Türkiye'de nükleer risk sınırlanabilir mi? Türkiye'nin bu konuda hazırlığı var mı? Bilgi Üniversitesi ve Greenpeace'in ortak panelinde tartışıldı. Sonuç:
Nükleer enerjide risk sınırlandırabilseydi, 50-60 yılda hiç kaza olmaması gerekirdi. Ama oluyor. Nükleer atıkların deniz yoluyla taşınması çevresel risktir ve saldırıya en açık andır.
Ekonomi ve Dış Politika Araştırma Merkezi (EDAM) Yönetim Kurulu Başkanı Sinan Ülgen, Türkiye’nin nükleer enerji geleceğinin tartışıldığı panelde, nükleer enerjide riski sınırlamanın mümkün olmadığını söyledi. “Riskler sınırlanmış olsaydı, 50 – 60 yıllık teknolojide kaza olmaması gerekirdi” diyen Ülgen, teknolojinin hiçbir zaman kesin bir çözüm olmayacağını belirtti.
İstanbul’da İstanbul Bilgi Üniversitesi ile Greenpeace’in ortaklaşa düzenlediği panelde Türkiye’de nükleer enerjinin geleceği tartışıldı. Paneli yöneten Prof. Dr. Turgut Tarhanlı, “Radyasyonda ‘güvenli doz’ söylemi nükleer enerji politikaların sloganıydı. Bugün, bu sloganın geçerli olmadığını söyleyebiliriz. Nükleer enerji bugün Türkiye’nin önemli gündem konularıyken, şeffaflık ve hesap verilebilirlik parametrelerine bakmamız gerekiyor” dedi. Panelde konuşan diğer uzmanlar özetle şunları ifade etti:
Ekonomi ve Dış Politika Araştırma Merkezi (EDAM) Yönetim Kurulu Başkanı Sinan Ülgen: “Türkiye’deki nükleer enerji programına yönelik değerlendirme ve analizler yapıyoruz. Amacımız, nükleer politikayı değerlendirmek ve zaafiyetlerini ortaya çıkarmak, farklı yönleri ile nükleer enerjiyi analiz etmek. Nükleer enerjide riski sınırlamak mümkün değildir. Bu alanda riskler sınırlanmış olsaydı, 50 – 60 yıllık teknolojide kaza olmaması gerekirdi. Teknoloji hiçbir zaman kesin çözüm değil. Risklerin ortadan kaldırılmasında kurumsal yapı önemli bir rol almakta. Türkiye’nin nükleer enerji programına baktığımızda, TAEK’in bağımsız bir kurum olmadığını, nükleer politikalarının ise şeffaf, kapsayıcı ve paylaşımcı olmadığını görüyoruz.”
Kemerburgaz Üniversitesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı öğretim üyesi Yrd. Doç. Başak Başoğlu da “İki nükleer santral projesi olan Türkiye’de bu alandaki hukuki düzenlemeler yetersiz" diye konuştu.
İSTANBUL'U KORUMAK
İstanbul Bilgi Üniversitesi Deniz Hukuku Araştırma Merkezi Müdürü Yrd. Doç. Dr. Dolunay Özbek: “Nükleer atıkların deniz yoluyla taşınması, çevresel riskleri yüksek ve nükleer maddelerin saldırıya en açık olduğu zamandır. Dolayısıyla konuya ilişkin birçok güvenlik kuralı var. Böylesine riskli bir faaliyeti, deniz çevresini ve İstanbul’u korumak amacı ile geçişi hep kontrol ettiğimiz boğazlarda, kendi ellerimizle göze almak riskli olduğu kadar tutarsızdır da.”
ATIKLARI SAKLAMANIN DOĞRU YÖNTEMİ YOK, SADECE 'EN İYİ'Sİ VAR
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Kurucu Eş Sözcüsü avukat Arif Ali Cangı: “Fukuşima Nükleer Santrali’nde meydana gelen patlamaların ardından 1700 kişiyi öldü. Binlerce kişi evinden oldu. Felaket sonucunda radyasyon sızıntısının nereye kadar yayıldığı konusunda kesin bir şey söylenemiyor. Felaketin üzerinde üç yıl geçti bölgede yaşayan çocuk ve ergenlerde troid kanseri vakalarında patlama yaşanıyor. Şu anda Türkiye’de Mersin Akkuyu’da ve Sinop’ta nükleer santral yapımı gündemde, bu projelere ilişkin bilgiye ulaşabiliyor muyuz? Akkuyu Nükleer Santral projesinin tadilat yapılan ÇED raporunu gören var mı? Öncelikle doğru bilgiye ihtiyacımız var, ardından dünyanın yaşadığı deneyimler unutmamamız gerekiyor. Türkiye’deki nükleer tehlike zincirinin bir başka halkası ‘uranyum yatakları’. Şu anda bilinen Manisa Köprübaşı, Söke Kisir Köyü’nde yıllar önce uranyum madenciliği yapılmış, sarı pasta üretilmiş, maden işletme sahaları rehabilite edilmeden öylece bırakılmış. Nükleer enerji santrallerinin çevre sağlığı ve canlı yaşamı için yarattığı en önemli sorun atıklar. Henüz santralimiz yokken İzmir Gaziemir’de nükleer atıklar ortaya çıktı. Bu gerçekler karşısında nükleer santral kurma için ısrar etmenin anlamı, bile bile insanların ve diğer canlıların yaşamını tehlikeye atmak değil midir? Şimdi yaşanan felaketleri umursamayan yalan söyleyen yöneticilere ve nükleer lobisinin dayattığı nükleer tehlikeye karşı, yaşamın çığlığını yükseltme zamanı.”
Berlin’de yaşayan çevre ve enerji hukuk uzmanı Avukat Dr. Cornelia Ziehm: “Yenilenebilir enerjinin önemi sadece yenilikçi olması ve iklimi koruması değil, aynı zamanda uzun vadeli ekonomik açıdan avantajlar vadetmesidir. Hükümetin desteği olmadan işletmeciler açısından ticari kullanımın ekonomik değil. Atıklar için doğru saklama yöntemi yoktur, sadece ‘en iyi’ saklama yöntemi vardır. Atık yönetimi soruları netleştirilmeden bu kadar yüksek riskli bir teknoloji uygulamaya alınmamalı.”
Greenpeace Akdeniz Kampanyalar Direktörü Jan Beranek: “Fukuşima nükleer felaketi bir kere daha bize nükleer enerjinin hiçbir zaman güvenli olamayacağını hatırlattı. Hayatın bulunduğu alanlara toplu halde olağanüstü radyoaktivite saçılmasına yol açacak insan hatası, teknolojik arıza ve doğal afet gibi hiçbir zaman kesinlikle kontrol altına alınamayacak bir bileşim bulunuyor. Japonya gibi ileri teknolojiye sahip bir ülke bile felaketi önleyemedi, vatandaşlarını koruyamadı ve kayıpları için tazminatlarını karşılayamadı. Fukuşima örneği hükümetlerin ve sorumluluk yasalarının şirketleri insanlardan daha yüksek öncelikte tuttuklarını ortaya çıkardı.”
kaynak: Radikal