Gezegendeki tüm canlı yaşamının geleceğini ilgilendiren iklim değişikliği konusunda hükümetlerin ciddi tedbirler almalarını bekledik, mücadele ettik. Ve bu arada bilimin iklim değişikliği için öngördüğü her şeyi bire bir yaşamaya başladık.
10 Ekim'de, 350ppm için İş başına
NASA'nın iklimbilimcisi James E. Hansen'ın Amerikan Senato komisyonunda 23 Haziran 1988'de yaptığı tarihi konuşmada atmosferdeki sera gazlarının artışının iklimi değiştirdiğini, yani insanların dünyayı ısıttığını, bilimsel verilerin değerlendirilmesiyle ulaştığı bu tespitinden de %99 oranında emin olduğunu ifade etmişti. Bu konuşmanın üzerinden tam 22 yıl geçti. 22 yıl içinde, iklim değişikliğinin durdurulması ile ilgili ilk uluslararası sözleşme olan Kyoto protokolü ve onun yerini alması beklenen Kopenhag süreçlerini yaşadık. Gezegendeki tüm canlı yaşamının geleceğini ilgilendiren iklim değişikliği konusunda hükümetlerin ciddi tedbirler almalarını bekledik, mücadele ettik. Ve bu arada bilimin iklim değişikliği için öngördüğü her şeyi bire bir yaşamaya başladık.
İklim değişikliği ve 350 ppm
Dünyanın ortalama sıcaklığı 16 derece ve şu an gezegen üzerinde var olan her türlü yaşam biçiminin devamlılığı bu ortalamanın korunmasına bağlı. Bu ortalama sıcaklığı sağlayan şey ise atmosferde bulunan karbondioksit, metan, su buharı gibi sera gazları. Sera gazları sayesinde güneş ışınlarının bir kısmı atmosferde tutuluyor. Yani sera gazlarının atmosferdeki miktarının azlığı ya da çokluğu gezegenimizin sıcaklığını belirliyor. Son 200 yıl içinde bu sera gazlarının atmosferdeki oranındaki artış bugün yaşadığımız iklim değişikliğine yaygın ifadesiyle küresel ısınmaya neden olmakta. 200 yıl önce karbon temelli fosil yakıtlardan, önce kömürün daha sonra petrol ve doğalgazın kullanılmasıyla atmosferde milyonda 280 parça (280 ppm) olan karbondioksit oranı şu anda milyonda 392 parçaya ulaşmış durumda. Ne kadar çok kömür, petrol, doğal gaz yakılırsa, atmosfere o kadar çok karbondioksit salımı gerçekleşiyor. Atmosferde ne kadar çok karbondioksit birikirse, güneş ışınları daha fazla tutuluyor ve sıcaklık artışına neden oluyor. Ve bu süreç çok karmaşık biçimde gelişiyor. Bu karmaşık süreç içinde bilim insanlarının güvenli seviye olarak ifade ettikleri bir rakam 350. Bilebildiğimiz yaşam formlarının en az zararla devam edebilmesi için atmosferdeki karbondioksit oranının indirilmesi gerektiği seviye. 350 ppm seviyesi ile sıcaklık artışının 1.5 derecede tutulması gerektiği ifade edilmekte.
Peki bu seviyeye inilmez atmosferdeki karbondioksit oranları 400-450 ppm, sıcaklık artışı 2 dereceye ulaşırsa? Burada bilim bir kez daha bizi uyarıyor, artık dönüşü olmayan "ani iklim değişikliği"ni yaşamaya başlarız. Ani iklim değişikliğinden söz ederken anlatılmak istenen ise, pozitif geri besleme mekanizmalarının çalışmaya başlaması ve bu mekanizmalar sayesinde sıcaklık artışının engellenemez olacağı. Doğal karbon yutakları olan, ormanlar ve okyanusların bu işlevlerini yerine getiremedikleri gibi, barındırdıkları ve tahmin edilemez boyuttaki karbondioksiti atmosfere salmaları. Ya da küresel ısınmadan en çok etkilenen kuzey kutbunun kar ve buzullarının hızla erimesiyle pozitif geri beslemedeki rolü gibi. Küresel ısınmadan önce bu kar ve buzullar güneş ışınlarını olduğu gibi yansıtıyor ve bu sayede hiç ısı emmiyorken, ısınmayla hızla eriyorlar. Eriyen kar ve buzulların altından daha koyu renkli okyanus ve kara parçaları açığa çıkıyor. Bu koyu renkli bölgeler ise güneş ışınlarının hepsini atmosfere yansıtmıyor ve daha çok ısıyı emiyor. Isınan ve genişleyen kara parçaları, okyanuslar ise daha fazla kar ve buzun erimesine yol açıyor. Birbirini tetikleyen birçok geri besleme mekanizmaları var. Bilim insanlarınca söylenen ani iklim değişikliğinin bir kırılma noktası olacağı. İklim değişikliği sorununu var gücümüzle uçurumun kenarına sürükledik, şimdi, eğer tedbirler hızla alınmazsa, küresel ısınma sorunu, tepeden aşağıya artık kendi dinamikleri ile çok hızla yuvarlanacak. Bu süreçte çok büyük miktarlarda karbon ve metan gazı atmosfere çok kısa bir süre içinde karışacak. Gezegenimiz bir anda Venüs'e benzeyebilir. Venüs'ün atmosferinin yüzde 98'i karbondioksit ve yüzey sıcaklığı 477 derece.
Sıcaklık artışı ve yaşam
Küresel ısınma ile ilgili ilk toplantılar yapmaya başladığımızda genelde şu cümleleri kullanırdık, " bilimsel tahminlere göre gelecek on yıl içinde daha fazla ani hava olayları; sıcak hava dalgaları, seller, kasırga vb yaşayacağız. Ya da "çocuklarımız, torunlarımız şöyle bir dünya ile karşılaşacaklar" gibi. Bizi dinleyenlere derdimizi anlatmak için verdiğimiz örnekler ise Katrina felaketi, 2005'te Avrupa'da yaşanan sıcak hava dalgası, kuraklık sonucu Mısır'da yaşanan ekmek kıtlığı, Avusturalya'daki orman yangınları ve kutup ayılarının buzulların hızla erimesiyle avlanamadıkları ve açlıktan öldükleriydi. Son iki yıldır ise konuşmalarımızda, bildirilerimizde şu ifadeyi kullanıyoruz: "küresel ısınma geleceğin sorunu değil, günümüzün sorunudur". Küresel ısınmadan kaynaklı "doğal afet"lerin hepsine yer vermeye kalktığımızda çok uzun süreli konuşmalar yapmamız gerekiyor. Aynı anda dünyanın bir kısmı sıcakla, orman yangınları ve kuraklıkla boğuşurken başka bir bölümü seller, kasırgalarla boğuşuyor. Topraklarının %70'i sular altında, 2000 kişinin öldüğü, 3,5 milyon çocuğun salgın hastalık tehdidine maruz kaldığı, açlıktan ölümlerin gerçekleştiği Pakistan. Tahıl ürünlerinin beşte birini yok eden, 120 milyon insanı etkileyen ve 22,5 milyar dolar zarara yol açan Rusya'yı günlerce kasıp kavuran sıcak hava dalgası ve orman yangınları. Geçtiğimiz 130 yılın en sıcak yılını yaşadığımızı söyleyen istatistiki veriler. Hepsi aynı anda gerçekleşiyor.
Küresel ısınma ve Türkiye
Karbondioksit salımının artış hızında dünyada birinci sırada yer alan Türkiye'de, herkes birbirine artık havaların bir acayip olduğunu söyleyip duruyor. Ama
bilimsel raporlar gelecek birkaç on yıl içinde çok daha vahim durumları yaşayacağımızı söylüyor. İklim modelleriyle yapılan projeksiyonlara göre, 2030 yılında Türkiye'nin büyük bir kısmında kurak ve sıcak bir iklim etkili olacak. Bunun su kaynaklarına etkisi, yaz yağışlarında büyük düşüşlere, yağışların mevsimsel dağılımının değişmesine ve şiddetinin değişmesine neden olacak. Ani sel oranlarında artışla birlikte kuraklığın sıklığı ve şiddeti de artacak. Bunların hepsini Türkiye'nin farklı bölgelerinde aynı anda yaşanabilecek. Küresel ısınmanın dünya genelinde yarattığı bir etki ise buzulların erimesiyle deniz seviyelerinin yükselmesi. Türkiye'nin kıyı şeridi uzunluğu 8 bin kilometre ve kıyı şeridinde yoğun yerleşim bölgeleri bulunmakta. Yükselen deniz seviyelerine eşlik edecek sıcaklık ve yağış oranlarındaki artışla birlikte kıyı sellerine yol açması beklenmekte.
Küresel ısınmayı durdurabilir miyiz?
Bilimsel veriler, çok hızlı hareket edilirse küresel ısınmanın etkilerine uyum sağlayabileceğimiz, ani iklim değişikliğini hala durdurabileceğimizi söylüyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarından rüzgar, güneş, jeotermal ve dalga enerjisinden tüm insanlığın ihtiyaç duyduğu enerji ihtiyacı karşılanabilir. Yenilenebilir enerji kaynakları dediğimiz bu kaynaklar dünyanın farklı coğrafik bölgelerin dağılmış durumda, kimi bölgeler daha fazla güneşliyken kimi bölgeler rüzgar, dalga ya da jeotermal açısından daha avantajlı. Bu enerji kaynaklarının hızla tükenen petrol, kömür ve doğalgaz (fosil yakıt) rezervlerinden çok daha fazla olduğu çok açık değil mi? Ayrıca enerjiyi verimli ve tasarruflu da kullanabiliriz. İklim adaleti aktivistleri küresel ısınmanın durdurulması için hükümetlerin atmak zorunda olduğu adımları aslında uzun zamandan beri dile getiriyor. Aşağıdaki talepleri geçtiğimiz aralık ayında yapılan Kopenhag zirvesine katılan hükümete yönelik oluşturduk. Bu taleplerin her biri uygulanabilir ve uygulanması gerekir.
1- Adil, eşitlikçi, yükümlülükleri olan ve atmosferdeki karbondioksit oranını 350 ppm'e indirmeyi hedefleyen uluslararası sözleşmenin oluşturulmasında aktif rol alın.
2- Türkiye'nin 2020'ye kadar kişi başı emisyon seviyesini en fazla 6,5 tonda sabit tutma hedefini benimseyin.
3- Yenilenebilir enerji kullanımı, enerji verimliliği ve enerji tasarrufu sağlayıcı radikal bir program oluşturulması için politik irade gösterin, gerekli yasal ve idari düzenlemeleri yapın, tüm bunları piyasa koşulları içinde değil, sosyal devletin yapması gerekenler olarak, kamu yararı gözeterek yapın.
4- Derhal lisans almış olan veya lisans bekleyen bütün (47) kömürlü termik santralların yapımından vazgeçin.
5- Hala işletilmekte olan kömürlü termik santralları çalışanlara yeni iş garantisi sağlayarak kapatın.
6- Fosil yakıtlara dayalı enerji politikanızı değiştirin. Rüzgar, güneş, dalga ve jeotermal enerji kaynaklarından enerji elde edilmesi için seferberlik ilan edin. Şirketlerin karlı yatırımlar yapmasını beklemeden, kamu kaynakları ile yenilenebilir enerjilere yatırım yapın.
7- Ulaşım politikalarında radikal değişiklikler yapın. Otomobillerin kullanımına herkese eşit olarak uygulanacak sınırlamalar getirin. Herkesin daha fazla kullanabileceği, yaygın, ucuz, konforlu, dakik raylı toplu taşımacılığı, bisiklet kullanımına uygun altyapıyı yaygınlaştırın. İstanbul Boğazı'na 3. köprü yapma girişiminden vazgeçin.
8- Yalıtım yapılabilecek tüm binalarda enerji tasarrufunu arttıracak izolasyonların yapılması için mali kaynak ayırın.
9- Sizlerin medeniyet, zenginlik diye gördüğünüz ama her biri enerji canavarı olan çok katlı iş merkezleri, büyük alışveriş merkezleri ve konutlar yerine enerji tasarruflu, iklim koşullarına uygun az katlı mimari özelliklere sahip binalar inşa edin.
10- Şehirlerarası taşımacılık ve ulaşım için demiryolunu başlıca araç olarak belirleyin, gerekli altyapıyı kurun.
11- Tüm bina, reklam panoları ışıklandırmalarını yasaklayın. Bütün bina içi aydınlatmalarının enerji tasarruflu ampullerle yapılabilmesi için ücretsiz dağıtım yapın, herkesin kullanmasını sağlayın, bunun için kaynak ayırın.
12- Küresel ısınmaya çözüm olarak sunduğunuz ama aslında hiç de temiz enerji kaynakları olmayan büyük barajların yapımından, ölümcül tehlikeler barındıran nükleer santral kurma sevdanızdan vazgeçin.
Peki, hükümetler niye harekete geçmiyor?
Dünyada meteorolojik afetlerin her gün sayısı artar ve bunların yarattığı maddi kayıplar artık tahammül edilemez boyutlara gelirken hükümetler niye atıl durumdalar? En son Pakistan'ı yerle bir eden sel felaketinde Birleşmiş Milletler yaraların sarılması için 460 milyar dolara ihtiyaç olduğunu söyledi. Bu para sadece maddi hasarları ortadan kaldırabilir. Ölen 2000 bini aşkın insan, açlıkla yüz yüze kalacak yüz binler, ancak yüzlerce yıl içinde kendisini onarabilecek ekosistemleri ne geri getirebilir ne de onarabilir. 200 yıldır "uygarlıklarını" fosil yakıtlar üzerine kuran tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler iklim değişikliğini durdurmak için gerekli adımları bugüne kadar atmadılar.
Bizler bu konuda çok şaşırmış değiliz. Çünkü apaçık bir sistem sorunuyla karşı karşıya olduğumuzun farkındayız. Hükümetlerin radikal adımlar atmaması da sinirlendirse de çok fazla şaşırtmıyor bizleri. Hükümetlerin özünde kimlere hizmet ettiğiyle, halklara, emekçilere, yoksullara mı, yoksa dev silah, petrol ve enerji şirketlerinin başını çektiği sermayeye mi, hizmet ettiğiyle ilgili bir basit gerçeklikle karşı karşıyayız.
Yapılan uluslararası görüşmelerde hükümetlerin tek gözettikleri ülke ekonomileri oldu. Çünkü bu ekonomileri aynı zamanda kendilerine diğer ülkelerle rekabet edebilme ve hegemonya kurabilme gücü sağlıyordu. Küresel ısınmanın en trajik yanlarından biri de küresel ısınmanın en fazla bu işten sorumlu olmayan yoksul ülkeleri etkileyecek olması. Kopenhag iklim zirvesinde ada ve yoksul ülkeler "iklim adaleti" talebiyle, fosil yakıtları kullanarak ekonomik gelişmelerini sağlamış ama aynı zamanda atmosfere sınırsızca karbon salan ülkelerden tarihsel sorumluluklarını yerine getirmelerini talep ettiler. Küresel ısınmanın yaratacağı sorunlara uyum sağlayabilmeleri, yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yapabilmeleri için hem finansal ve teknolojik yardım talep ettiler hem de gelişmiş ülkelerden karbon salımlarını radikal biçimde azaltmalarını istediler. Hızla uçuruma sürüklenen gezegenimizin geleceğine gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin yanıtı hala olumsuz.
Tam bu gelişmeler ışığında biz iklim adaleti aktivistleri 350 toplantısı yaptık.
350 hareketi ilk kez 2009 yılında 24 Ekim'de uluslararası bir eylem örgütledi. 2008 yılından itibaren iklim hareketi aktivistlerinin bir araya gelmesiyle 24 Ekim tarihinde bir eylem yapılma kararı alındı. James Hansen ve Amerika'daki aktivistlerin önerisiyle 2009 Aralık ayında yapılacak iklim zirvesine yönelik
bu eylemde talebimiz atmosferdeki karbondioksit seviyesinin 350ppm'e indirilmesiydi. Tam 182 ülkede 5200'ü aşkın eylem oldu. Bugüne kadar yapılmış en yaygın siyasi eylem olarak değerlendirilen eylemler akla hayale gelemeyecek yerlerde ve çok yaratıcı biçimde gerçekleşti. İnsanlık sınırlar ile bölünse de, aynı dili konuşmasa da tek bir talep etrafında buluşabileceğini bir kez daha gösterdi.
Şimdi 10.10.10
10 Ekim tarihinde yine 350 talebiyle uluslararası bir eylem organize edeceğiz. Bu sefer sloganımız " iklim için iş başına" Biz sıradan insanlar iklim değişikliğini durdurmada işe yarayabilecek işler yapacağız. Kimimiz ampullerimizi enerji tasarruflu ampullerle değiştirecek, kimimiz bisikletleri tamir edecek, kimimiz ağaç dikecek, kimimiz termik santraları bloke edecek. Birbirinden yaratıcı eylemler ile bir kez daha hükümetleri uyaracağız, biz iş başına geçtik siz niye hala duruyorsunuz diyeceğiz. Şunu çok iyi biliyoruz, yapacağımız her ufak işin büyük önemi var ama bu yaptıklarımız iklim değişikliğini durdurmaya asla yetmeyecek. Bisikleti gündelik yaşantımızda daha fazla kullanmaya gayret gösterebiliriz ama 3.Boğaz köprüsünün yapımını engelleyemezsek, yeni otoyollar yerine, bisiklet ve raylı taşımacığı yaygınlaştıracak devlet politikaları hayata geçmez ise bizlerin yaptıkları gezegenimizi kurtarmaya yetmeyecek.
10 Ekim tarihinde yaptığımız tüm işleri bir araya getirecek büyük yürüyüşler de yapacağız.
Küresel Eylem Grubu
Nuran Yüce