Geçtiğimiz yıl, 11 Mart’ta Japonya’daki deprem ve tsunaminin etkisiyle Fukuşima Daiichi nükleer santralinin dört reaktöründen üçünde çekirdek erimesi meydana geldi. Bu, Çernobil kadar büyük bir nükleer kaza anlamına geliyordu.
Tehlike derecesi 7 sayılan Fukuşima nükleer felaketinin sonuçları, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın benzettiği tüpgaz patlamasından biraz farklı sonuçlar doğurmuştu. Kaza sonrası santralin 20 km’lik çevresi girilemez bölge olarak ilan edildi, denizdeki radyasyon seviyesi normalin binlerce katına ulaştı, 100 bin kişi evlerinden tahliye edildi, Japon ekonomisi ağır bir darbe aldı. Santral çevresindeki radyoaktif kirlenmeye uğramış olan geniş arazilerin uzun süre yeniden yerleşime kapalı kalacağı ve uzun vadede kanserden ölümlerin yayılacağı ise kesin.
Yaşanan bu kaza Çernobil felaketinin tam 25. yılında gerçekleşti. Çernobil’den katbekat büyük bir faciaya dönüştü ve Fukuşima felaketi, nükleer enerjinin ne kadar tehlikeli ve öngörülemez risklerle dolu olduğunu bir kez daha gösterdi.
Herkes vazgeçiyor
Bu kazanın ardından nükleer santrallere sahip olanlar nükleer santrallerini kapatacaklarını, yenilerini kurmak isteyenler de bu planlarından vazgeçtiklerini açıklamaya başladı. Almanya hükümeti yedi santralini kapattı ve 2022’ye kadar tüm nükleer santrallerini kapatacağını açıkladı. İsviçre, üç yeni nükleer reaktör planını iptal etti ve 2034 yılına kadar nükleer santrallerini kapatacağını açıkladı. Japonya, yeni reaktörlerin inşaatını iptal etti. Çek Cumhuriyeti nükleer planlarından vazgeçti.
Mevcut santrallerin kapatılması, yenilerinin açılmaması için tüm dünyada mücadele veriliyor. Geçtiğimiz yıl İtalya’da yapılan referandumda halkın yüzde 95’i nükleere hayır dedi. Fransa ve Rusya’da nükleer istemeyenlerin oranı yüzde 83, Japonya’da yüzde 84. Şubat ayı içinde Tokyo’da binlerce nükleer karşıtı “Nükleer santrallere sayanora!”, “Nükleere hayır deme cesaretiniz olsun!” ve “Nükleer santraller çalıştıkça başka kazalar da gerçekleşecek” mesajları içeren pankartlar eşliğinde gösteri yaptı. Ve yine Şubat ayında Polonya’da Mielno tatil beldesinde yapılmak istenen nükleer santrale karşı haftalardır sürdürülen gösteriler ve etkinlikler en nihayetinde bir referandumla netlik kazandı. Referanduma katılanların yüzde 94’ü “Nükleere hayır” dedi. Referandumun şu an resmi bir sonucu yok. Ama bütün bu referandumlar, eylemler net bir şeyi gösteriyor: Hükümetler ne kadar ısrarcı olurlarsa olsunlar, ne kadar kararlı görünürlerse görünsünler, dünya halkları nükleer santral istemiyor ve buna karşı mücadele edeceğini gösteriyor. Aslında gezegenin “yüzde 99”u nükleer enerjiyi istemiyor.
Kim nükleer ister?
Rüzgâr, güneş, jeotremal, dalga gibi yenilenebilir enerji kaynakları dururken Çernobil, Fukuşima gibi felaketleri insanlara yaşatan, her an benzer bir felakete yol açma potansiyeline sahip, tehlikeli, maliyetli, yüzyıllarca olağanüstü koşullarda saklama zorunluluğu olan atıklar üretecek bir enerjiyi kim ister?
Greenpeace’in Nisan 2011’de açıkladığı, A&G araştırma şirketine yaptırdığı kamuoyu araştırması sonuçları Türkiyelilerin yüzde 64’ünün nükleer istemediğini söylüyor. Nükleeri güvenli bulmayanlar da eklenince bu oran yüzde 73’e çıkıyor. Akkuyu’ya nükleer santral kurmak isteyen şirket daha geçenlerde Mersin’de bomboş salonlarda ikna turları attı. Akkuyulular 40 yıldır nükleere karşı direniyorlar.
Üstelik, yüzde 71’lik kesim gelecek için oldukça umutlu. 20 yıla kadar nükleer enerjiden ve kömürden vazgeçileceğini, bunların yerini enerji tasarrufu, rüzgâr ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının alabileceğini düşünüyorlar. Türkiye’de yenilenebilir enerjiye umutla bakanların oranı ise yüzde 65.
Dünyada nükleer rüzgârı tersine eserken, üstüne üstlük bir de Fukuşima felaketi yaşanmışken Türkiye’yi nükleer teknolojiyle buluşturma konusunda çok istekli olan AKP hükümeti, kamuoyunu ikna etme konusunda her gün yeni bir argüman ileri sürüyor. Aslında söylediklerine argüman bile demek yanlış. Çünkü söylemlerinin çoğu kibar bir ifadeyle söyleyecek olursak gerçeği saptırmak, kamuoyunu yanıltmaktan başka bir şey değil.
10 Mart’ta insan zinciri
Başbakan, nükleer ile tüpgaz arasındaki ilişkiye dair çalışmalarını sürdürürken Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ise, tüm muhalefete rağmen “Türkiye’de bir değil, iki değil, üç santral kuracağız” diyor. Oysa kendi seçmenlerinin bile yüzde 41’i nükleer istemiyor.
Bunca ısrarın altında bir tek kendilerinin inandığı koca bir nükleer masalı yatıyor: Bölgede nükleer güç olma stratejisi. Nükleere sahipseniz, nükleer silahınız da var demektir. Tek amaçları enerji üretmek olsaydı, yenilenebilir enerji kaynaklarından yararlanma yoluna giderlerdi. Ancak öyle olmuyor, nükleer de nükleer, bir inattır gidiyor. Nükleer santralin bir adım sonrası nükleer silah demektir.
Bizler, ne Çernobil’i unuttuk ne de Fukuşima’yı. Nükleer taraftarlarının ileri sürdükleri, doymak bilmez enerji ihtiyacı masalına da inanmıyoruz. Bu şişirilmiş koca bir balon.
Enerji verimliliğini arttırmaya çalışarak, enerji tasarrufu yaparak, doğa ile uyum içinde yaşayarak, “Rüzgâr, güneş bize yeter!”, geleceğimizi karartacak ve radyasyonla kirletecek nükleer santralleri istemiyoruz.
Ve nükleersiz, karbonsuz bir dünyanın mümkün olduğunu biliyoruz. Bu geleceği biz kuracağız. 10 Mart’ta Fukuşima felaketini unutturmak isteyenlere, nükleer santral kurmak isteyenlere karşı da 10 Mart Cumartesi günü “Akkuyu, Sinop Fukuşima Olmasın” demek için saat 15.00’te Taksim Meydanı’nda buluşup insan zinciri yapacağız. Siz de “Akkuyu Fukuşima olmasın” diyorsanız, Taksim’de buluşalım.
Bahn Gönce, 4 Mart 2012, Radikal 2