Kaynak: Açıkradyo, 6 Eylül 2011
Ömer Madra,
Uzun sıcak yaz dayanılmaz ağırlığıyla geçiyor, ama, görünüş öyle ki, “üstümüzden”! Geçen ay sonu yazısında belirtmeye çalıştığımız çılgın yarış hali, aynen berdevam:
hatta uluslararası gerilimlerdeki artış, ülkede iç savaş gerilimlerinin kimi zaman yükselişe geçmesi, yeni ekonomik tehditler vb. ile bu ürkünç gidişin fazlası var, eksiği yok diyebiliriz pekâlâ. 1
Milliyet gazetesi yazarı Derya Sazak, savaş-barış aktiviteleriyle ilgili küçük yeni bir bilançoyu şöyle çıkartıyordu önümüze: “Sadece Libya’daki çatışmaların altı aylık sonucunun 50 bin kişinin ölümü olduğu gerçeği barışa ne denli uzak olduğumuzun kanıtı. Suriye’de ramazan boyunca 550 kişi yaşamını yitirmiş. Türkiye’de de PKK’nın ‘eylemsizliğe son verdiğini’ açıkladığı birkaç ay içerisinde 50’den fazla genç insanı kaybettik. Bayrama şehit cenazeleriyle girdik. Kandil’e yönelik hava saldırılarında 150 PKK’lının öldürüldüğü açıklandı.” 2
Yaklaşan Kusursuz Fırtına
İnsanın insanla savaşından sonra insanın gezegene karşı giriştiği muharebeye bir bakış atacak olursak, aktivist, yazar, örgütçü Ronnie Cummins’in deyişiyle “böyle gelmiş böyle gider” senaryosunun sürdürülebilmesi bir yana, artık tahayyülü bile neredeyse imkânsız. Aşırı hava olayları, mahsuldeki azalmalar, gıda maddelerindeki spekülasyonlar, zengin ülkelerin yoksullardan arazi kapatmaları, yükselen fiyatlar, kirlenen ve tükenen yeraltı suları, sıradan vaka hale gelen bulaşıcı hastalıklar, gıda zehirlenmeleri, kıtlıklar, kitle halinde yaşanan açlıklardan oluşan bir bilanço veren yazar, küresel tarım sisteminin – hızla büyüyen organik sektör dışında– temellerinden sarsılmış olduğunu belirtiyor. Konunun önde gelen uzmanlarından Lester Brown’un Uçurumun Kenarındaki Dünya adlı yeni kitabına atıfla da, pik yapan yiyecek, toprak, petrol ve su şartlarının hızlandırdığı “kusursuz fırtına”ya ya da “doruk durgunluk” haline dünyanın çok yakın olduğunu haber veriyor Cummins. 3
Bunları maalesef teyit edici nitelikte birkaç yeni haber de verirsek: Ay başında Agence France-Press, Birleşmiş Milletler’den bir önemli uyarı geldiğini haber verdi: Zaten kıtlıktan kırılan güney Somali’de “dünyanın en ağır insanî krizi” olarak nitelenen felaket, tüm uluslararası yardım çabalarına rağmen “önümüzdeki günlerde” [hızla] ağırlaşacaktı; dünyanın önde gelen ekonomistlerinden Robert Reich’a göre, ABD’de Ağustos ayında sadece 23 bin kişilik bir istihdam artışı olmuştu ve bu neredeyse sıfır demekti ama gerçekte nüfus artışı ile karşılaştırıldığında sıfırdan da kötüydü; dahası, ABD’nin en büyük bankası Bank of America önümüzdeki tarihlerde 25 bin ilâ 30 bin çalışanının işine son verecekti, anlayacağımız durum daha da kötüydü... 4-5-6
Tarihin En Büyük İklim İtaatsizliği
Uzun Sıcak Yaz’ın belki de en dikkate değer olayı ise Washington DC, de Beyaz Ev’in önünde gerçekleştirilen 2 haftalık dev iklim eylemi idi. Bilinen en kirli ve kirletici yöntemlerle Kanada’nın Katran Kumlarından çıkarılan petrolü ABD rafinerilerine taşıyacak 2700 kilometrelik dev petrol boru hattına, ya da ‘Yeryüzünün En Büyük Karbon Bombası’nın Fitiline karşı, ABD’nin, Kanada’nın ve dünyanın önde gelen bilimcileri ve akademisyenlerinin yanı sıra, Obama seçim kampanyasının eski yöneticileri, eski Beyaz Ev yetkilileri, boru hattının üzerinden geçeceği arazi sahipleri, yerli kabile reisleri, tanınmış oyuncular, yönetmenler, şairler, yazarlar, müzisyenler, gençler ve başka binbir meslekten insanlar kitleler halinde o yapış yapış yaz günlerinde sivil itaatsizlik eylemi yaptılar. İki haftalık oturma eylemi boyunca 1,252 kişi “emre itaatsizlik”ten tutuklandı. Boru hattının yapımına karşı çıkan 617,478 imzalı bir dilekçe Beyaz Ev’e sunuldu. 7
Küresel iklim değişikliği tehlikesini dünyaya ilk açıklayan öncü bilim adamı James Hansen, gelmiş geçmiş bu en büyük iklim eylemi kapsamında 29 Ağustos’ta 60 dini liderin yanı sıra diğer protestocularla buluştu ve kendisine kelepçe vurulmadan hemen önce yaptığı konuşmada: “Obama’nın seçildiği gece televizyonda yaptığı konuşmayı seyrederken tutamadığı gözyaşlarını karısı görmesin diye başını öte yana çevirdiğini, seçim gecesinin Amerika için büyük bir gün olduğunu söyledi. Dr. Hansen, o gece, ‘yeni Başkan’ın: kul yapısı iklim değişikliğinin yaratacağı kuşaklararası adaletsizliği kavrayacağını; yaradılışın, yeryüzü topraklarının, gezegenimiz üzerindeki hayatın emanetçisi olmanın bizim ödevimiz olduğunu göreceğini; Bu meselelere, gençlerin hakettiği önceliği vereceğini düşledikleri”ni vurguladı.
Belki de bu düşlerin gerçekçi olmadığını söylüyor Hansen. Kölelik gibi büyük bir ahlaki ilke meselesiyle yüzleşen Abraham Lincoln gibi birini, ya da Winston Churchill gibi Nazizme karşı mücadele veren birini bulmanın kolay olmadığını belirtiyor. Hansen’a göre canlılar âlemini gelecek kuşaklar için korumak, tıpkı 19. yüzyılda köleliğe son vermek ya da 20. yüzyılda Nazizme karşı savaşmak kadar anıtsal önem taşıyan muazzam bir ahlâkî (manevî) mesele. Onun için de, “yeni Başkan” ne yaparsa yapsın, biz vazgeçmeyeceğiz diyor. Ve ekliyor: “Bizi düşlerimiz doğrultusunda hareket etmekten alakoyacak hiç bir yasa, hiçbir yönetmelik olamaz.” 9
6 Ayda DOĞA TOKİ’ye İtinayla Teslim Edilir
Ağustos sıcaklarının en “can yakıcı” işlemlerinden biri de yine gezegenin ahvali konusunda, ama bu sefer Türkiye’de gerçekleşti[rildi]. Bir zamanlar televizyonun ürkütücü ama sevilen dizisi “Alacakaranlık Kuşağı”nı andırır bir metafizik muğlaklık ortamı içinde, birkaç kişilik küçük bir bürokratlar-yetkililer-siyasiler grubu dışında neredeyse hiç kimsenin ruhu bile duymadan çok radikal bir değişiklik yapıldı. Sessiz ve derinden. Bu bir devrimdi. Daha doğrusu, tastamam bir darbe! Meclis’ten geçirilmeden iktidar tarafından apansız çıkarılan bir kararla ülkenin bilumum doğal varlıkları, parkı, ormanı, nehri, sulak alanı, anıtı, kültürel, tarihî değerleri vesairesiyle, velhasıl bütünüyle, yapılandırılmak, yeniden yapılandırılmak ve yönetilmek üzere, yeni kurulan Çevre ve Şehircilik bakanlığına devredildi! Yani, sadece adıyla bile gelmiş geçmiş en keskin oksimoronlardan birini meydana getiren bir bakanlığa. (Çevre ve Şehircilik mi? Doğruculuk ve Siyasetçilik gibi bir durum yani: İmkânsız birliktelik.)
Burada sözü, “Türkiye’nin tapusu artık Erdoğan Bayraktar’da” başlıklı haber-analizi ile Taraf gazetesi yazarı Pelin Cengiz’e bırakmak iyi olabilir:
“[P]aradigmayı, kentsel büyümeyi doğayı azamî koruyarak gerçekleştirmek değil, doğayı kentsel büyümeye uyarlamak olarak özetleyebiliriz.[...]
“Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” ile birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesindeki koruma kurullarının tabiat varlıklarıyla ilgili yetkileriyle il genel meclisleri ve belediyelerin tasarrufundaki imar planlama yetkileri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na geçti, 1989’dan beri faaliyette olan Özel Çevre Koruma Kurumu kapatıldı. Kurumun sorumluluğundaki tüm işler için, “Bakan tarafından uygun görülen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın birimlerince yürütülür” dendi. Artık, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, doğal SİT alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgelerinin kullanma ve yapılaşmaya ilişkin kararları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından verilecek.[...]
“‘Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte, doğal SİT alanı ve tabiat varlığı olarak tesbit ve tescil edilmiş alan ve varlıklara ilişkin her türlü belge, bu alan ve varlıkların statülerinin yeniden değerlendirilmesi için en geç altı ay içinde Bakanlığa devredilir’ hükmü getirildi. Bu hüküm, altı ay sonra bu statülerin kalmayacağının habercisi niteliğinde. Yalnızca doğal SİT’ler değil aynı zamanda doğal SİT’lerle kesişen arkeolojik, kültürel, kentsel ve tarihi SİT’ler de tehlike altında girmiş bulunuyor
“Dolayısıyla, AKP iktidarının en yaratıcı, en cevval değişiklikleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile ilintili olarak yaptığını söylemek çok yanlış olmaz. Bu kanun hükmünde kararnamenin hükmünde çevre mevre artık yok...” 10
“Çevre mevre artık yok”, evet. Daha doğrusu, çevreyi, özel çıkarlar adına paraya dönüştürmek için yapılmış bir el çabukluğu marifet var ortada. Parlamenter demokrasinin en doğal ve tipik özelliklerinden biri, belki de birincisi sayılan kanun yapma faaliyetinin, görünürde hiçbir makul sebep olmaksızın âniden by-pass edilip, onun yerine otoriter-merkeziyetçi rejimlerin favori araçlarından biri olan KHK’nin adeta ayak parmaklarının ucuna basarak, “yangından mal kaçırır gibi” gerçekleştirilmesinin sebeb-i hikmeti ne olabilir? Uzun sıcak yaz henüz başlamadan “Yarın Değil, Hemen Şimdi!” başlıklı yazıda dendiği gibi: “Ekonomik kalkınma dininin yüce göklerdeki tapınağına çıkıp orada ilahlara kurban kesip adak adamak üzere döşenmiş binbir basamaklı merdiven-yollar” inşası için olabilir mi acaba? 11 Bütün ülkeyi bir TOKİ inşaat cennetine çevirmek, ülkeyi 10 yılda beton ve demir ağlarla baştanbaşa örmek için mi?
Geri Geleceğiz!
Ama, bunun ne kadarı gerçek? Yazar ve aktivist Monbiot geçen ayın sonlarına doğru kaleme aldığı yazıda bu vahim soruyu soruyordu işte. 12 Ve buna bağlı diğer vahim soruları: Son 60 yılın ekonomik büyümesinin ne kadarı gerçek? Biraz daha yaşlı insanların normal, hatta şart kabul ettikleri refah ve konforun, ücretlerin ve emeklilik maaşlarının ne kadarı gerçek, ne kadarı yanılsama? Gerek mali, gerek ekolojik açıdan girişilen borçlanmalarla yaratılmış ve sürdürülemeyecek bir aldatmaca?
Monbiot, hepimizin içten içe gayet bildiği ama kendimize bile itiraf etmekte zorlandığımız cevabı yüzümüze acımasızca çarpıveriyor: “Bu aldatmacayı ayakta tutabilmek için, 1950’den beri gezegenin yaşayan sistemlerine verdiğimiz zarar, daha önceki yüz bin yılda verdiğimiz zarardan daha fazla. Zarar yüzyıllar boyu sürecek; elde ettiğimiz fayda ise yıl sonunu dahi görmeyebilir.” 13 Ardından da büyüyen ekonomilerin örnek çocuğu İrlanda’da, en kadim ören yerlerinden birinin üstünden silindir gibi geçirilen otoyolun ekonomik mucize uğruna insanlık tarihinin vahşice ayaklar altına alınmasını hikâye ediyor ve hikâyeyi şöyle bitiriyor: “İrlanda ekonomik mucizesi çöktüğünde, yol daha açılmamıştı bile.” 14
Ülkedeki iktidar partisi ileri gelenleri ve onlar için çalışan bürokratlar, “yaradılanı yaradandan dolayı sevdikleri” özlü sözünü dillerinden düşürmeyerek, ve onunla tam bir tezat teşkil eden “nehirler boşuna mı denize aksın?” sözünü de aynı sıklıkta tekrarlamakta bir sakınca görmeyerek, KHK tanklarıyla körlemesine ilerliyorlar. Görünürdeki amaç “eşref-i mahlûkat”ın ihya olması. Kalkınma ve büyüme gibi büyük bir yanılsama/aldatmaca uğruna canlılar âlemine büyük tahribat getirecek bir tasallutun hazırlıkları tamamlanmak üzere...
Katran petrolleri denen dev karbon bombasının 2700 kilometrelik dev fitilini yanmadan durdurmak için bedenlerini siper eden liseli Genç İklim Aktivistleri, sivil itaatsizlik eyleminin son gününde bir açık mektup kaleme aldılar. Özetle dediler ki: “Bugün adalet talep etmek için oturma grevi yapıyor, adalet için tutuklanmayı göze alıyoruz. Yarın ise, kendi topluluklarımızın içine dönüp çevremizdekileri örgütleyeceğiz ki, adaleti garanti edelim. Mektubumuzu okuyun, bir yorum yollayın, ondan sonra da bu sonbaharda cesur eylemlere kalkışırken bize katılın. Geri döneceğiz!” 15
Terminatörün sloganını dile getiren bu gencecik ve yumuşacık, ama acayip kararlı insanların, kendi geleceklerini muktedirlerden “geri almak” üzere bu sonbaharda geri gelecekleri, bedenlerini devletle şirketlerin kararlarına karşı siper edecekleri kesin görünüyor. 70 yaşındaki dede Hansen da aynı kafada: Yaradılışın emanetçiliği görevini yerine getirmek üzere geri gelecek o da.
Delikanlılarla genç kızları da, dedelerle nineleri de “düşleri doğrultusunda hareket etmekten alakoyacak hiç bir yasa, hiçbir yönetmelik olamaz” elbette.
Ve, ümit ederim ki, hiçbir KHK da!