Hilal Atıcı
Hükümetin enerji politikası: Kırk katır mı, kırk satır mı?
Rusya Ukrayna doğal gaz krizi, petrol fiyatlarının artışı, Türkiye’nin 2007 itibariyle enerji açığı olacağı haberleriyle birlikte, kamuoyunda Türkiye’nin enerji politikalarının düzeltilmesi için çeşitli yorumlar yapıldı. Bu tartışmalar daha en başından, genel olarak geçen yüzyılda tercih edilmiş, tükenmekte olan ve maliyet rejimleri siyasi/ ekonomik şartlara bağlı olarak istikrarsızlık gösteren nükleer, kömür ve petrol/doğal gaz eksenlerinde kilitlendi.
Enerji, endüstriyel üretimden günlük ihtiyaçlarımıza, ulaşımdan ısınmamıza kadar hayatımızda önemli bir yer kaplıyor. Yine de enerji ihtiyacımızı karşılamak için insanlığı ve üzerinde yaşadığı gezegeni felakete götüren enerji kaynaklarından birini seçmek zorunda değiliz. Böyle bir seçime bizi zorlamak ancak Türkiye’de sıkça yapıldığı üzere, kamuoyunu yanlış bilgilendirme, doğru bilgiyi saklama gibi yollardan geçiyor. 60’lardan bu yana üç tane başarısız uluslararasi nükleer santral ihalesinden sonra toplumun belleği yokmuş gibi davranan ve kamuoyunun tepkisinden çekinen AKP hükümeti, nükleer santrallerin yerlerini saptamak için yaklaşık iki yıldır yürüttüğü araştırmaları bile açıklamaktan çekiniyor.
2000 yılında bakanlar kuruluyla iptal edilen nükleer santral projesine karşı, TMMOB ile birlikte çalışan, geniş katılımlı nükleer karşıtı platformun kuruluşunda etkin bir çalışma sergileyen Greenpeace, tüm dünyada, uzun yıllardan beri bu eski tip enerji kaynaklarından vazgeçilmesi ve yerine yeryüzünde sınırsız olarak bulunan, çevresel maliyetleri en düşük seçenekler olan rüzgar, güneş, biyokütle, jeotermal, küçük hidro gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş yapılması için kampanyalar yürütüyor. Daha son doğal gaz krizi baş göstermeden aylar önce Türkiye’nin fosil yakıt bağımlılığını protesto etmek amacıyla Greenpeace sadece eylem yapmakla kalmamış, internet üzerinden bir dilekçe kampanyası başlatarak, Enerji Bakanlığı’nı Türkiye’nin enerji ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılayacak yenilenebilir enerjilere yönelmesi konusunda uyarmıştı. Ancak Enerji Bakanlığı’nın cevabı, en başta Türk insanının güvenliğini hiçe sayarak enerji güvenliği iddiasıyla nükleer enerji dayatmasını sürdürmek biçiminde oldu.
İster ABD’de, ister Hindistan’da, ister Türkiye’de nerede üretilirse üretilsin nükleer enerjinin açıklanmayan sakıncaları ise şöyle sıralanabilir:
1. Nükleer enerjinin maliyeti çok yüksektir. Şüphesiz nükleer elektriğin gerçek maliyeti tesis söküm ve radyoaktif atık maliyetleri hariç tutulsa dahi, rüzgar gücünden de, biyogazdan da, bazı güneş enerji teknolojilerinden ve jeotermal enerjiden de daha pahalıdır (FoE Avustralya, Nuclear Power [Nükleer Güç], Ekim 2005). Dünyadaki enerji piyasalarının özelleştirilmesi eğiliminden dolayı, yatırımcılar nükleer enerjiye sırtlarını döndüler. Çernobil ve Three Mile Adası kazalarından sonra alınması zorunlu hale gelen güvenlik önlemleri zaten yüksek olan ilk yatırım maliyetlerini fazlasıyla arttırmıştı. Avrupa ve ABD’de bundan 15 yıl önce tavan yapan reaktör sayısı o tarihten itibaren düştü. Reaktör satışları 1950’lerdeki düşük satış rakamlarına geri döndü. Buna karşılık rüzgar ve güneş enerjileri pazarı her yıl % 20 ile %30 seviyelerinde büyüme gösteriyor. Amerikan Bütçe Ofisi’nin hazırladığı bir rapor buna iyi bir örnektir. Raporda hükümetin bir nükleer santralin yapımı için % 50 hazine kredisi verme önerisini değerlendiren Ofis’e göre “Böyle bir kredi taahütünün, geri ödenememe riski çok yüksektir -%50’den daha fazla-. Bu risk, ekonomik olmayan santralin diğer enerji kaynaklarına göre daha yüksek ilk yatırım maliyetleri hesaba alınarak ölçülmektedir.” (Congressional Budget Office Cost Estimate, S. 14 Energy Policy Act of 2003, May 7, 2003 [Kongresel Bütçe Ofisi Maliyet Tahmini, 2003 S. 14 Enerji Yasası, 7 Mayıs 2003]). Görüldüğü gibi bugüne dek yüz milyarlarca dolar sübvansiyonlarla ayakta tutulmaya çalışılan nükleer enerjinin piyasada rekabet yeteneği yoktur.
2. Nükleer enerji fazlasıyla tehlikelidir. En yeni teknolojiye sahip oldugu iddia edilen tesislerde bile, felaketlere neden olabilecek kaza riski vardır. Tehlike sadece Çernobil’de yaşandığı gibi kaza risklerinden değil, giderek artan nükleer silah üretiminden ve terörizmden de kaynaklanmaktadır. Bugünün dünyasında bir nükleer tesis bir ülkeyi kendi evinde vurmak için açık bir hedeftir. Kaldı ki radyoaktif gazların ve sıvıların rutin olarak nükleer santrallerden salımı da ciddi bir halk sağlığı riski oluşturmaktadır.
3. Nükleer enerji ve nükleer silah bir madalyonun iki yüzü olduğu için “Nükleer gücün barışçıl kullanmı” gerçekte söz konusu değildir. Nükleer enerjinin dünya çapında yayılması, daha çok devletin nükleer silah sahibi olmaya çalışmasından başka bir etki yaratmayacaktır, çünkü nükleer santral atıkları nükleer bomba hammaddesidir ve yine nükleer santraller vasıtasıyla uranyum zenginleştirilmesi yapılır. Siyasi istikrarı bir türlü yakalayamayan Türkiye’de geçmişte pek çok lider nükleer silah sahibi olma heveslerini dile getirmiştir. Nükleer silah çılgınlığına katılmak Türkiye’nin çıkarına değildir. İncirlik’te bulunan ABD’ye ait 90 adet atom bombası Türkiye’yi zaten yeterince büyük bir tehlikeye sokmaktadır.
4. Nükleer enerji ömrü yüz binlerce yıl olan çözümsüz ve ölümcül radyoaktif atık üretir. 50 yıllık nükleer enerji deneyi bu soruna çözüm getirememiştir. Bu tehlikeli atıklarla başetmeye çalışmak yerine Türkiye sürdürülebilir çözümler üretmelidir. Oysa 30 yıl elektrik üretecek diye bir nükleer santralden bu kadar uzun ömürlü ve çözümsüz atıklar üretmek akıl ve ahlak dışıdır.
5. Nükleer santral yapımı çok uzundur ve getirisi çok sınırlıdır. Bütün yasal onaylardan geçmiş bile olsa, bir nükleer santralin yapımı ilk elektriği üretene kadar en az 10 yıl sürer. Bugün nükleer enerjinin dünya birincil enerji üretimi içindeki payı sadece %5’tir (Toplam elektrik üretimindeki payı ise % 16). Oysa yenilenebilir enerji kaynakları çok daha kısa zamanda üretime geçebilmektedir. Türkiye’de yenilenebilir enerji için Mayıs 2005’de çıkarılan yasanin oldukca zayıf olmasina rağmen, altı ay içerisinde yenilenebilir enerji üretimi için Türkiye’nin toplam elektrik kurulu gücünün dörtte biri kadar (11.000 MW) yenilenebilir enerji yatırımı başvurusu olmuştur. Enerji Bakanlığı’nın, Türkiye’yi nükleer enerji çıkmazına sürüklemek yerine, yasal çerçeveler içinde bu başvuruları en kısa zamanda değerlendirmesi gerekmektedir. Oysa halkın enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji talebine karşın bakanlığın tutumu, bunları ve gelecekteki potansiyel yatırımları engeller niteliktedir.
6. Nükleer ve fosil yakıt santralleri, enerji kayıplarına yol açan bir enerji anlayışına dayanmaktadır. Bu tarzda üretilen elektriğin önemli bir kısmı iletim ve dağıtım esnasında kaybedilir. Bu kayıpları önlemenin tek yolu enerjide ademi merkeziyetçilik anlayışıyla tüketim merkezlerine yakın yenilenebilir enerji üretimini güçlendirmek, tek tek bireylerin ve kurumların enerji üretebilmesini ve şebekeye bağlanabilmelerini sağlamaktır. Bu yolla, kendi kendine yeten yerleşimler kurabiliriz. Enerji güvenliğimizin sağlanması için yenilenebilir enerjiler kadar gerekli olan diğer yol ise enerji verimliliğidir. Enerji verimliliği için yol haritamız ise ulusal bir enerji politikası değişikliğiyle, Türkiye’de % 25’lere varan elektrik enerjisi kayıplarının bir an önce azaltılması ve ülke çapında enerji israfını azaltacak teknoloji ve uygulamalara yönelmemizdir. Yeni Yatağanlar, yeni Çernobiller ancak böyle engellenebilir.
7. Nükleer enerji iklim değişikliğine çözüm değildir. Gerek yapım süresi gerekse toplam enerji içerisindeki payının elli yılda anlamlı bir noktaya gelememiş olması gösteriyor ki, nükleer enerji tercih edilirse iklim değişikliğine karşı mücadelede çok geç kalınacaktır. Ayrıca, nükleer enerji kullanımı uranyum madenciliği ve santral inşaatı yüzünden önemli ölçüde seragazı salımı söz konusu olmaktadır. Zaten hiçkimse bizi, bir felakete karşılık başka bir felaketi seçmeye zorlamamalıdır.
Nükleer enerjinin bu derece verimsiz ve tehlikeli olmasına rağmen, üç başarısız ihale denemesinden sonra hala Türkiye’nin gündeminde olması sadece Türkiye’yi tehlikeli bir eşikte tutmakla kalmamakta aynı zamanda bugün dünyanın en hızlı gelişme gösteren yenilenebilir enerji imkanlarının değerlendirilmesini geciktirmektedir. Yenilenebilir trenini kaçırmak ve enerjide verimlilik seferberliğine geçememek hem istihdam yönünden, hem de ekonomik ve çevresel açıdan ülkemizin zararına olacaktır. Türkiye Midyat’a pirinç almaya giderken evdeki bulgurdan olmamalıdır. Hükümet ve Enerji Bakanlığı da artık nükleer ve fosil yakıt lobilerini dinlemek yerine, temiz bir çevrede felaketler beklemeden yaşamayı tercih eden halka olan sorumluluklarını yerine getirmek zorundadır.
Hilal Atıcı
Greenpeace Akdeniz
Enerji ve İklim Kampanyası Sorumlusu
Makaleler - İklim Değişikliği
- Kategori: İklim Değişikliği
Bir yanda iklim felaketi diğer yanda nükleer tehlike
23
Tem
2009