Bu ayın sonunda İstanbul’da “Nükleer Santraller Zirvesi” yapılacak. Soma katliamından on yedi gün sonra gerçekleşecek bu zirvenin komite başkanlığını yürüten Hacettepe Üniversitesi Nükleer Enerji Mühendisliği Öğretim Üyesi Doç. Dr. Şule Ergün’ün geçtiğimiz günlerde basında zirvenin tanıtımını yapan açıklaması yer aldı1. Bu yazı Ergün’ün dile getirdiği argümanlar üzerinden tüm zirveye yöneliktir.
Ergün, nükleer santrallerin neden gerekli olduğunu öncelikle “ekonomik büyüme hedefleyen ülkelerin bu hedefleri destekleyecek ‘büyük’ enerji kaynaklarına ihtiyaç duymalarına” dayandırmış. Cumhuriyetin yüzüncü yılına denk gelen 2023 yılında G20 içinde onuncu sıraya ulaşmayı hedefleyen Türkiye’nin her alanda olduğu gibi enerji alanında da hedefleri çok ama çok büyük. Ergün’ün açıklamasından bu hedeflere bir itirazının olmadığını ama bu hedeflere ulaşırken iklim değişikliğine büyük katkısı olan kömürün terk edilip, iklim dostu nükleer enerji ile ilerlenmesi gerektiğini savunduğunu anlıyoruz.
Bir nükleer uzmanının fosil yakıtlar özellikle kömürle ilgili çok doğru şeyler söyleyip de kendi alanında olup bitenleri sıradanlaştırması, yok saymasına takdire şayan deyip itirazlarımızı sıralamaya başlayabiliriz. Ama önce hocanın kömür konusunda söylediklerine bakalım: “ Türkiye'de elektrik enerjisinin yüzde 70'i çevre kirliliği yaratan ve küresel ısınmaya yol açan fosil yakıtlar ve ithal kaynaklardan üretiliyor. Soğutma suyu gereksinimi sebebiyle genellikle nehir, göl veya deniz gibi soğutma suyu olarak kullanılabilecek kaynaklara yakın yerde kurulan termik santrallerde, sorumsuz atık yöntemi ile atık salımı bu kaynaklara yapılabilmekte. 1000 MW gücündeki bir kömür santralinden, her yıl atmosfere, 6,5 milyon ton karbondioksit, 8 bin ton kükürtdioksit ve 4,5 bin ton zehirli partikül salınmakta. Bu salım çevre bitki örtüsünde ani ölümcül etkilere sebep olabildiği gibi zamana yaygın bozulmalara da neden olmaktadır” diyor. Ağzınıza sağlık hocam, yıllardan beri bizlerin dile getirdiği itirazları sizden de duymak çok güzel oldu.
Ama hocam, size ilk haberimiz şu; sizi çok kötü kandırmışlar. Sizin de benimsediğiniz “ekonomik büyüme” hedeflerine ulaşabilmek için hükümetin 2023 yılı hedefleri içinde tüm yerli linyit ve taşkömürünü kullanmak, daha fazlasını ithal etmek ve 80’den fazla kömürlü termik santralin yapımı var. Hatta planlarını hayata geçirme konusunda öyle açgözlüler ki,15 Mart 2013’teTBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaşan Elektrik Piyasası Kanunu’nun Geçici 8. Maddesiyle termik santrallere “çevre mevzuatına uyuma yönelik yatırımlar gerçekleştirmeleri ve çevre mevzuatı açısından gerekli izinleri tamamlamaları için 31.12.2018’e kadar süre tanıdılar. Bu süre zarfında bu işletmeler, çevreye ve insana zarar verseler bile elektrik üretim faaliyetleri durdurulmayacak, idari para cezası da kesilmeyecek. Daha bitmedi bu sürenin üç yıl daha uzatılabilme hakkı da Bakanlar Kurulu’na verildi. Anlayacağınız hükümet sizler kadar iklim değişikliğini ciddiye almadığı gibi bu işletmelerin anlık tehditlerini de umursamıyor.
Ama sizin de nükleer enerjiyi iklim değişikliğine çare olarak sunmanızda bir başka sorun yok mu hocam? Aklımıza takıldı soralım dedik “Nükleer enerji bu vaadini nasıl yerine getirecek? Uluslararası Enerji Ajansı’nın senaryolarına göre, bugünkü nükleer enerji kapasitesinin (dünya üzerindeki 435 reaktör toplam elektrik ihtiyacının %13,5’ini karşılıyor; enerji ihtiyacının ise %6’sını karşılamakta) iki katına çıkartılırsa dahi, 2030’daki enerji tüketiminin %10’unun karşılayacağı söyleniyor. İsterseniz kapasiteyi %100 arttıralım. Bu durumda bile karbon salımlarını ancak %5 oranında azaltılabileceği söyleniyor. Sizin de bileceğiniz üzere, karbon salımlarında çok daha büyük düşüşlere ihtiyacımız var. Olsun bu da yeter diyorsanız, devam edelim. Bir de bu nükleer santrallerin yapım süreleri her şey yolunda gitse bile minimum 7 yıl sürüyor. Birlikte hesaplayalım 2014+7=2021 yılında devreye girecek. Allah kahretsin ki reaktörler de ucuza yapılmıyor. Biz yine de eli sıkı davranalım ve reaktör başına 20 milyar dolardan hesap yapalım 209 X400= 8 trilyon dolar. Ha bir de nükleer santrallerin yakıt meselesi var. Unutmadan onu da söyleyelim, dünya genelinde tahmini uranyum rezervi 3,2 milyon ton. Bu rezervin şuanda kurulu nükleer santrallerin 70 yıllık ihtiyacını karşılayacağı söyleniyor. Ama kapasiteyi iki katına çıkarıyorduk, bu durumda doğal olarak 35 yıl sonra santralleri çalıştıracak uranyum kalmayacak. Hesabı özetleyelim: En erken 7 yıl sonra devreye girecek, 8 trilyon dolarlık maliyeti olacak ve karbon salım oranlarında %5 düşüşe olanak yaratacak ve ancak 35 yıl çalışabilecek bir enerji.
Bu çözüm sizce akla yatkın mı? Hele de başka çözümler varken. En basitinden, Türkiye elektrikteki kayıp kaçak oranlarını dünya ortalaması seviyesine indirmeyi hedeflese yüzde 6, AB seviyesine indirmeyi hedeflese yüzde 8 oranında enerji ihtiyacı azalacak. Kurulmak istenen nükleer santrallerin enerjideki payı da yüzde 5 değil miydi? Bakın bu hesapla bile nükleere gerek kalmadı. Hem de yüzde yüz karbonsuz, ucuz ve hemen yapılabilir.
Hocam gazeteye yaptığınız açıklamada herhalde Gezi direnişinden sonra toplumda gelişen çevre duyarlılığını da hesaba katarak yaptığınız bir tespit var “Bir nükleer santral, 14 milyon adet ağaca bedel”. Enerji verimliliği ile nükleer santrale gerek kalmayacağını biraz önceki hesaplamada hallettiğimize göre, burada ormanlık alanları korumak ve geliştirmeye odaklanmamız gerekiyor. IPCC’nin son raporunda iklim değişikliğinin iki nedeninden biri olarak ifade dilen arazi yapısı değişimi içinde ormanlık alanların payı çok büyük. Ve maalesef hükümet bu konuda da sizi kandırmış. Yeni ağaçlar diktik deseler de dikilenlerle kesilenler çıkarıldığında son on yılda Türkiye’nin Kayseri büyüklüğünde ormanlık alanının kaybettiği söyleniyor. Ayrıca ormanlık alanların korunması sadece doğal karbon yutakları olması açısından değil, su varlıklarının korunması, canlıların yaşam alanları olmaları açısından da önemli değil mi? Ekosistem! Gençleri özellikle hafife almayın, sizin düşündüğünüzden daha fazla “çevre bilincine” ve olaylara vakıflar.
Röportajınızdan devam edecek olursak “Türkiye'de nükleer santraller ile ilgili bilgi eksikliklerinden kaynaklanan kaygıların, nükleer sistemler ile ilgili doğru ve bilimsel verilere ulaşılarak aydınlanabileceğini” söylemişsiniz. Bu bilgilere zaten uzun zamandır ulaştığımızı ve nükleerin bizzat bize acı deneyimlerle fazlasını da öğrettiğini söylesek. Çernobil’in yaşandığı dönemde kitle iletişim araçları bu kadar yaygın değildi, bilgi radyasyon yüklü bulutlardan çok sonra insanlara ulaşıyordu. Ama bilgiye şuanda daha rahat ulaşıyoruz. Sizin fosil yakıtlar hakkında söylediklerinizi nasıl yıllardan beri biliyor ve iklim değişikliğini durdurmak için mücadele ediyorsak, nükleer teknoloji konusunda sizin gibi uzman değiliz ama biliyoruz. Artık eskiye göre nükleer kazaların üstünü örtmek, kazaarın boyutunu küçültmek pek mümkün değil. Fukuşima’nın üstünü örtemediniz.
Toparlayacak olursak yazının başında fosil yakıtlar için söylediğiniz ve bizim de öne çıkardığımız kimi kelimeler var “çevre kirliliği, ithal, soğutma suyu, atık, zehirli, ölümcül, zaman”. Bakın bu kelimeleri fosil yakıtlar dışında hangi enerji kaynağında kullanabiliyoruz. Türkiye’de çok sınırlı miktarda düşük tenörlü ve rezervli uranyum kaynakları bulunuyor. Var olan 9.129 tonluk kaynak ancak 12 yıllık ihtiyacı karşılayabiliyor. Sonuç: Türkiye uranyum ithal edecek. Nükleer santraller için Akkuyu, Sinop, İğneada’nın seçilmiş olmasının nedeni bu bölgelerin çok güzel turistik yerler olması mı hocam? Yoksa tıpkı kömürlü termik santrallerde olduğu gibi “soğutma suyu gereksinimi sebebiyle nehir, göl veya deniz gibi soğutma suyu olarak kullanılabilecek kaynaklara yakın yerde” kurulması mı? Soğutma suyu olarak kullanılan ve ısınarak denize ya da nehirlere bırakılan suların çevresel kirliliğe yol açmayacağını herhalde iddia etmiyorsunuz değil mi, bu iddia fizik kuralarına aykırı olur. “Atık, zehirli, ölümcül ve zaman” kelimelerini tek bir cümlede ve tek bir enerji alanında kullanmamız istense “Nükleer atıklar, yaydıkları yüksek dozdaki radyoaktif ışınlar nedeniyle insanlar için hayati tehlike (ölümcül) oluşturduklarından bu atıkların yüzbinlerce yıl boyunca insanlara, tüm canlılara ve bitkilere ulaşamayacak şekilde saklanması gerekir.” Ve cümlenin devamı da nükleer santrallerin ürettiği yüksek radyoaktivite taşıyan atıkların güvenilir bir şekilde bertaraf edilmesine, saklanmasına yönelik dünya genelinde bulunmuş, uygulanan güvenilir tek bir yöntemin olmadığı olurdu.
“Zirvenin en önemli farkının ilk kez akademisyenlerin önderliğinde, nükleer santraller ve nükleer teknoloji konusunda ilgili tüm paydaşların bir araya gelerek, ülkemiz için çok önemli konuları herhangi bir amacın propagandasına maruz kalmadan, doğru ve güncel bilgiler ışığında değerlendirileceği” ni söylemişsiniz. Türkiye’deki birçok hükümet nükleer santral kurma girişiminde bulundu. Bu girişimlerin hepsi başarısızlıkla sonuçlandı. AKP hükümeti de bölgesel güç olma, ekonomik rekabet kapasitesini arttırmak için bu ölümcül enerjiyi kullanmak konusunda ısrarcı. Nükleer santrallerin risklerini, tehlikelerini küçümseyerek, nükleer kazaları “tüp gaz patlamasına” benzeten, korkmayın "nükleer santral arka bahçenize bile kurulabilecek güvenlikte, modern dünyanın turistik tesislerini yapacağız" diyen hükümet yetkilileri hangi tarihsel gerçekliği, bilimsel verileri yansıtmakta? T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın tam desteği, şirketlerin katılımıyla gerçekleşecek zirvenin “doğru, güncel” bilgiler üreteceğine kimi inandıracağınızı düşünüyorsunuz? Bütün açıklamanız baştan sona bir propagandanın ürünü. Bu propagandayı hele de Soma katliamından sonra dile getirmeniz ise büyük tarihsel bir hata.
Umarız bilim insanları hayatlarında hiçbir zaman “Bileydim çilingir olurdum !”* sözünü söylemek durumunda kalmazlar. Nükleer meselesinde bu sözün kullanılmasına izin vermeyeceğimizi de hatırlatırız.
Nuran Yüce
28 Mayıs 2014
(1) http://www.milatgazetesi.com/bir-nukleer-santral-14-milyon-agaca-bedel/55179/#.U4TfbyjBePs
*Einstein’nın (Hiroshima'ya atılan atom bombasından sonra söylediği söz)
Kaynak:
http://www.nukleersiz.org/
http://www.kureseleylem.org/