'Türkiye Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı'nda iklim bağımlı sektörlerde cinsiyet bakış açısının hiç ele alınmadığını görüyoruz. Yeni yıl ile birlikte ‘Kyoto Protokolü’nün ‘ikinci yükümlülük dönemi’ resmen başladı.
Hatırlayalım, uluslararası iklim rejimini düzenleyen en önemli resmi akit olan Kyoto Protokolü, gelişmiş taraf ülkelere ‘tahsis edilmiş miktar’larda bireysel sera gazı salım sınırlama/azaltım yükümlülükleri getirmişti. Protokolün 2008-2012 yıllarını kapsayan ‘birinci yükümlülük dönemi’ bitti. Beklenen sonuca, yani, imzacı gelişmiş ülkelerin bu dönemde toplam sera gazı salımlarını 1990 düzeyinin % 5 altına indirmelerini öngören toplu bir hedefe ulaşılamadı. Bu yeni dönemde dünya, iklimle mücadelede son 20 yıldır az da olsa atılan olumlu adımların sürekliliğinin sağlanması için uğraşacak ve yerkürenin ısınmasının maksimum 20 C derece artış ile sınırlandırılması için tüm ülkelerin hangi azaltım eylemlerini ve hangi uyum önlemlerini alacaklarını hep birlikte göreceğiz.
Ancak şahit olundu ki yıllardır hükümetler nezdinde aktif olarak sürdürülen bu müzakereler, bugün ‘isteklilik’ anlamında yerini yavaş yavaş özel sektöre, yerel yönetimlere ve sivil toplum kuruluşlarına bırakmaya başladı. Yeni aktörler hükümetler gibi ‘politik isteksiz’ değil, aksine heyecanlılar. Kimileri yeni söylem olan yeşil kalkınma için üretecekleri iklim dostu ürünlerini global piyasalara sokmak için heyecanlı, kimileri ekosistemi korumak için çalışkan.
Dünya nüfusunun % 49.7’sini oluşturan kimileri de kendilerinin ve çocuklarının geleceğinin kaygısında, iklim değişikliği ile samimi olarak mücadelede itici bir güç olmak için kararlı. İşte o ‘kimileri’ kadınlar…
Kadınların iklim mücadelesi
Kadınların iklim değişikliği ile mücadeledeki yerleri hakkındaki tartışmalar ilk kez 2001 yılında Marakeş’te başladı. ‘Marakeş Uzlaşmaları’ olarak adlandırılan kararlar paketinde, kadınlar hem etkilenen hem de etkileyecek taraf olarak iklim mücadelesinde ilk kez resmi olarak yerlerini aldılar. Daha sonra uluslararası düzeyde ardı ardına alınan kararlarla; i) toplumsal cinsiyetin iklim değişikliğine dahil edilmesi için uluslararası hukuk araçları; ii) iklim değişikliğinin etkilerine uyum çalışmalarına kadınların dahil edilmesi; iii) olumsuz sonuçların hafifletilmesi ve uyumla ilgili önlemlerin desteklenmesi amacıyla teknoloji geliştirme ve transferi konusunda toplumsal cinsiyete duyarlı stratejiler ve iv) iklim değişikliği finansman mekanizmalarına toplumsal cinsiyet eşitliği prensiplerinin dahil edilmesi üzerine uygulamalar başlatıldı. Yeni kurumsal yapılanmalar da oluştu. UNEP, UNDP, Kadın Çevre ve Kalkınma Örgütü (WEDO) ve IUCN’nin işbirliği ile Küresel Toplumsal Cinsiyet ve İklim Değişikliği İttifakı (Global Gender and Climate Alliance) kuruldu. Bu ittifak ağı, on yılı aşkın bir süredir, kadın ve iklim değişikliği bağlamında bir yandan farkındalık yaratmak için uğraşıyor bir yandan da iklim müzakere zeminlerinde aktivist faaliyetlerine devam ediyor.
Kadınlar için neden önemli?
En son Aralık 2012’de Doha’da yapılan iklim zirvesinde de hükümetler; resmi müzakere organlarında cinsiyet dengesinin sağlanarak, kadınların tüm süreçlerde temsilini izlemek için bir raporlama mekanizması oluşturulmasına ve daha da önemlisi kadın ve iklim değişikliği çalışmalarının teşvik edilmesine dair önemli kararlar aldılar. Böylece; köyden küresel düzeye kadar, toplumsal cinsiyete duyarlı bir iklim politikasının şekillenmesinde, kadınların aktif ajanlar olduğu açıkça beyan edilmiş oldu.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli/IPCC’nin 4. Raporu’nda, iklim değişikliği küresel bir sorun olmakla birlikte, etkilerinin bölgelere, kuşaklara, yaşa, ekonomik koşullara ve cinsiyete bağlı olarak önemli farklılıklar gösterdiği belirtilmiş ve toplumsal cinsiyet rolleri nedeniyle, kadınlar ve erkekler arasında iklim değişikliğine katkı ve sonuçlarından etkilenme bakımından farklar tespit edilmiştir. Toplumsal cinsiyete dayalı farklılıklar ve eşitsizlikler, özellikle iklim değişikliklerinin etkileri ile başa çıkmada ve uyum kapasitesi üzerinde belirgin bir öneme sahip olup, iklim değişikliğine karşı kırılganlığı arttırıcı bir rol oynamaktadır. Örneğin gelişmekte olan ülkelerde özellikle kırsalda yaşayan kadınlar, iklim değişikliğinden etkilenecek grupların başında gelmektedir. Kır kadınları, doğal kaynakların birincil kullanıcıları olmaları ve ücretsiz tarım işlerinde çalışmaları gibi geleneksel rolleri nedeniyle tehdit altında olan doğal kaynaklara geçimleri açısından bakıldığında daha bağımlıdır.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO); doğal kaynakların bozulması, çölleşme, ormansızlaşma ve kuraklık gibi iklim değişikliğinin etkilerinin kadınlar üzerinde bir tehdit olduğunu öngörmekte ve bu konuda yaptığı çalışmalarda örneğin; sulamaya ilişkin ya da kuraklığa dayanıklı bitki türlerinin geliştirilmesi ile ilgili konularda tarım sektöründeki kadınlara dönük faaliyetlerin yapılmasını, sorunların ele alınmasını ve fırsatların değerlendirilmesini hedeflemektedir. Kadınların; bilgiye erişimi, karar verme süreçlerine katılımı ve iklim değişikliğinden etkilenebilirliklerini azaltabilecek ekonomik kaynaklara erişimi de sınırlıdır. Ayrıca kadınlar iklim değişikliğinin neden olduğu doğal afetlerin yarattığı sonuçlardan daha çok etkilenmektedir. Yaşanan doğal afetlerde yaşamını yitiren kadınların sayısının erkeklere kıyasla daha fazla olduğu bilinmektedir.
Türkiye ’de kadının adı yok
Türkiye, 2009’da taraf olduğu Kyoto Protokolü’nün 1. Yükümlülük Dönemini, bu süreçte herhangi bir sayısallaştırılmış sera gazı salım sınırlama/azaltım yükümlülüğü olmadığı için politik kararlılığını sadece kürsülerde süslü vicdan sözleriyle yansıtmakla kaldı. Bakalım ikinci dönemde bu kadar rahat olabilecek mi? Hükümetlere bırakırsak her şey güllük gülistanlık. Oysa biz; küresel kömür yatırımlarında dünyada dördüncü olan bir ülkede yaşıyoruz ve 2012 yılını ‘kömür yılı’ ilan ederek fosil yakıtlara bağlılığımızı perçinleştirerek rüzgâr enerjisi kapasitemizin sadece % 10’unu kullanarak ve her nedense güneşe yatırımları ‘600 MW’ ile sınırlayarak iklimle mücadele ettiğimizi sanıyoruz.
Bu tablo; Türkiye’de iklim değişikliği ile mücadelenin toplumsal cinsiyete göre ayrılmış sorumlulukları ya da etkilenebilirlikleri hakkındaki konuların ne derece lüks olduğunu gösteriyor aslında. İklim değişikliği ile mücadele için yazılan çeşitli ulusal politika belgelerinde toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifi eser miktarda yer almış,
Türkiye ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı’nda (2008-2013) ise iklim bağımlı sektörlerde cinsiyet bakış açısının hiç ele alınmadığını görüyoruz. Kısaca, bugün itibariyle bu konuyu geleceğin kalkınma gündeminin önemli araçlarından bir olarak önemseyip, dikkate alan çalışmalar yok, varsa da bir-iki akademik makale.
Yine de ümitsizliğe kapılmamak lazım. Örneğin Türkiye; iklimle mücadelenin ikinci yükümlülük dönemine dair çalışmalarına sera gazı emisyonlarının artmasında erkeklerin rolünü de görmek için cinslerin ‘karbon ayakizi’ni ayrı ayrı hesaplamakla başlayabilir, böylece toplumsal cinsiyet eşitliği söylemlerinde retoriğin (belagat) ötesine geçerek alkışlanır.
Dr., Çevre Bilim, Küresel Denge Derneği Başkanı
kaynak: radikal