İklim değişikliği konusunda Birleşmiş Milletler müzakerelerinde ikinci haftaya girdik. Geçtiğimiz hafta boyunca yapılan teknik çalışmalarda belirli bir noktaya gelindi. Bu hafta ise, ülkelerin üst düzey temsilcileri, finansman, 2015’te imzaya açılacak yeni anlaşma gibi çok kritik noktaları tartışacaklar.
Tartışmaların ilk haftaki gidişatını uzun uzun teknik terimlerle de anlatabilirdim ancak gözünüzün önünde somut haliyle canlansın diye kısaca tarif etmek istiyorum. Düşünün ki; acil bir hastanız için yarım saat içinde sizden 10 kilometre uzaktaki bir yere varmanız gerekiyor. Harika bir son model arabanız kapının önünde. İsteseniz çok daha hızlı bile varabilirsiniz ama siz kısa dönemde para getirsin diye arabanın motorunu satmışsınız. Bu yüzden tüm yolu yürümeye çalışıyorsunuz. Vardığınızda ise, eskilerin deyimiyle; “kim öle, kim kala…”
Müzakereler de tam olarak bu şekilde ilerliyor. Geçtiğimiz yıl Doha’daki müzakerelerde bu yıl ilerlemesi üzerine hemfikir olunan konularda henüz somut bir ilerleme yok. Eylül ayında 200’den fazla bilim insanı tarafından hazırlanan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli raporu, “iklim değişikliği var; sebebi insan ve acilen harekete geçilmesi gerekiyor” demesine rağmen birçok konuda halen kısa dönemli çıkarlar için harekete geçmemekte diretiliyor.
Gelişmekte olan ülkelere verilecek olan iklim fonlarının içi boşalırken, nasıl yeniden doldurulacağı tartışması halen sonuçlandırılmadı. Filipinler’de yaşanan Haiyan tayfunu gibi felaketlere müdahale edilmesi için oluşturulacak mekanizmada henüz fazla bir gelişme yok. Yeni anlaşmanın oluşturulması sürecindeki yol haritası da tam olarak geliştirildi diyemeyiz. Ama yine de müzakereler olabildiğince hareketli geçiyor. Gelişmekte olan ülkeler, bu önemli adımların atılması için ciddi şekilde baskı yapıyorlar. Sivil toplum kuruluşları müzakere salonlarında ve dışarıda, anlaşmanın asıl tarafı olan halkların sesini duyurmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla her gün gerek müzakere salonlarında, gerekse dışarıda birçok gösteri gerçekleşiyor.
“Peki neler oluyor Polonya’da?” sorusunu yanıtlamak için aslında ülkeyi birazcık tanımak gerekiyor. Polonya’nın elektrik üretiminin %92’si ve ısınma ihtiyacının %89’u kömürden karşılanıyor. Polonya halkının %80’i iklim değişikliğini acilen harekete geçilmesi gereken bir konu olarak görürken, Polonya hükümeti halkın taleplerinin tersine kömür sevdasını devam ettiriyor. Hatta iklim müzakerelerinde dağıtılan çantalardan, içilen sulara kadar birçok şeyi kömür firmalarının sponsorluğunda yapıyor. Bunlar iklim müzakerelerinin gerçekleştiği salonlarda hem çeşitli ülkelerin, hem de sivil toplumun tepkileri ile karşılaşıyor. Termik santraller yüzünden nüfusunun bir kısmında sağlık sorunları yaşanırken; çeşitli şehirlerden gelen Belediye Başkanları, Polonya Çevre Bakanı’na herkesin önünde kömür konusunda kendisini eleştiren t-shirt’ü hediye ediyorlar. Polonya’nın her yaptığı basın toplantısı, bilgilendirme toplantısı dönüp dolaşıp kömüre geliyor.
Müzakere salonunun dışında ise, Polonya hükümeti, ilk defa büyük kömür şirketlerinin katıldığı “İklim ve Kömür Zirvesi” düzenliyor. Ama tam da görkemli bir biçimde “Kömür ve İklim Zirvesi” açılışı yapacakları esnada, Greenpeace çatıdan “Polonya’yı kim yönetiyor? Kömür endüstrisi mi, Halk mı?” yazılı pankartla iniveriyor. Toplantıda konuşan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi sekreteri Christiana Figueres, kömür endüstrisini yatırımlarını gözden geçirmeye davet ediyor. Üstelik, şu an mevcut fosil yakıt rezervlerinin toprakta bırakılması gerektiğinin altını çiziyor. Tam da Polonya, temiz kömür argümanı ile kendini aklamaya çalışırken; enerji ve iklim uzmanı 27 bilim insanı, temiz, verimli, düşük karbonlu kömür diye bir şey olmadığını anlatan bildiri yayınlıyorlar.
Dolayısıyla, ülkeler her ne kadar kısa dönemli kârlarını düşünerek, iklim değişikliği konusunda uzun dönemli adımlardan kaçınsalar da; artık bu politikalar inandırıcılığını kaybediyor. Hem müzakerelerde, hem de müzakere salonlarının dışında yaşadıkları baskı onları çeşitli adımlar atmaya itiyor. Aynı zamanda, bilim insanları zamanın daraldığını söyledikçe ve Filipinlerdeki gibi iklim felaketleri yaşanmaya başladıkça çanlar bizim için, hem de çok daha hızla çalmaya başlıyor.
Bakanların burada oldukları ve üst düzey toplantıların yapıldığı son birkaç günde tartışılan önemli konuların nasıl sonuçlanacağını göreceğiz. Ancak bu arada, Polonya’dan çıkan en önemli sonuçlardan birisi; “sorun ve çözümün yan yana yürüyemeyeceği” gerçeği birçok başka ülke için de anlam içeriyor. Aynı anda hem sigara içip, hem sigara bırakılamayacağına göre; iklim değişikliği konusunda da hem sorumluluğunu kabul eden anlaşmalara imza atıp; hem de kömür yatırımları devam edemeyecek gibi görünüyor. Bir de unutmamak lazım, bir haftalık harçlık için arabanın motorunu satmak; o arabayı bir daha kullanamamak anlamına geliyor.
Gökşen Şahin, Radikal, 21 Kasım 2013