Karbon emisyon artış hızı en fazla olan ülke: Türkiye
23 Eylül’de dünya liderleri Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’un daveti üzerine New York’ta iklim zirvesinde buluşacaklar. Bu olağan bir zirve değil. Zirveden iklim değişikliğinin yarattığı felaketler dünyanın dört bir yanında büyük yıkımlara yol açarken hâlâ bu konuda yeterli çabayı göstermeyen devletlere bu konunun önemini hatırlatmak ve 2015’de imzalanacak yeni uluslararası sözleşmede sorunun büyüklüğüne uygun çözüm önerileri konusunda devletlerin daha istekli davranmalarını sağlamak hedefleniyor.
Liderlerin şimdiye kadar gösterdikleri performansa bakılırsa bu olağanüstü zirvenin de daha önce gerçekleştirilen 19 zirveden bir farkı olacağını düşünmek için bir neden yok. Bundan önceki zirvelerde her bir ülkenin karbon emisyonlarını azaltma gayretlerinin belirleyicisi doğa ve insanlar değil ulusal ekonomiler oldu. Buna rağmen dünyanın dört bir yanında sosyal hareketler 23 Eylül’de New York’a gidecek “dünya liderleri”ne tabandan basınç yapabilmek için mobilize olmuş durumdalar. “Neyi değiştirmemiz gerekiyorsa onu değiştireceğiz”, “İş, iklim, adalet”, “İki kriz, bir çözüm”, “Değişimi biz başlatıyoruz” gibi sloganlar etrafında örgütlenen çevreci gruplar, sosyalistler, sendikalar, dini gruplar, insan hakları aktivistleri hep birlikte artık laf değil hızla harekete geçilmesi gerektiğini 19-20-21 Eylül tarihlerinde yapacakları eylemlerle dile getirecekler. New York’taki büyük yürüyüşün beş yüz bine ulaşabileceği söyleniyor. İstanbul’da da uluslararası 350 hareketi ve Küresel Eylem Grubu’nun çağrısı ile 20-21 Eylül tarihinde “İklimi değil sistemi değiştirelim!”, “Onlar bir avuç biz milyarlarız” sloganlarıyla karşı zirvenin örgütlenmesine başlandı ve zirvenin her geçen gün destekçi sayısı artıyor. Karşı zirvenin ve yürüyüşün bilgilerine bu adreslerden ulaşabilirsiniz.
https://www.facebook.com/events/625533694226000/?ref=22
https://www.facebook.com/events/1456674784610938/?source=1
Türkiye’de örgütlenmesine başladığımız 20-21 Eylül’deki toplantıların ve yürüyüşün çok büyük ve etkili olması gerekiyor. Neden mi?
İklim değişikliği Türkiye’yi teğet geçmeyecek
Türkiye’nin içinde bulunduğu Akdeniz bölgesi bütün bilimsel raporlarda iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek bölgeler arasında sayılmakta. Yağış rejimlerindeki değişiklikler (kuraklık, ani yağışlar, kar miktarında azalış) ve sıcaklık artışları, deniz seviyelerinin yükselmesi maruz kalınacak başlıca tehditler olarak sıralanıyor. Aslında bu değişimleri yaşamaya da başladık. Son 50 yılın en kurak yılı, İstanbul’da daha sık görünmeye başlayan hortumlar, gündelik yaşamın parçası haline gelen ani yağışlar ve seller, sıcaklıkların mevsim normallerinin üstünde seyretmesi... Ve maalesef bütün bu değişimlerin daha başlangıcındayız. Daha şiddetlileri ve daha yaygın halleri gelecek.
İklim değişikliğinden fazlaca etkilenecek bir coğrafyada bulunan Türkiye’nin iklim değişikliğini durdurma ya da değişime uyum politikaları var mı diye soracak olursak yanıt kocaman bir hayır. Türkiye’nin iklim değişikliği politikasını özetlersek:
1- Süreci sessizce kenardan izlemek.
2- Türkiye’nin sera gazı emisyon miktarını gelişmiş ülkelerin emisyon seviyelerine kadar çıkarmak;
3- Bu arada iklim felaketlerine uyum ve “yeşil ekonomiye” geçiş maliyetleri adı altında iklim fonlarından faydalanmak.
Bu politika iklim krizinden menfaat elde etme üzerine kurulu.
1992’de hazırlanan Birleşmiş Milletler İklim değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ni (BMİDÇS) 12 yıl sonra 2004’de imzalayan Türkiye, 1997’de hazırlanan Kyoto Protokolü’nü de 12 yıl sonra 2009’da imzaladı. Türkiye’nin BMİDÇS içinde Ek-1 ülkeleri arasında yer almasına rağmen sadece emisyonlarla ilgili verileri bildirme yükümlülüğü bulunuyor. Kyoto Protokolü’nün geçerli olduğu birinci dönem (2008-2012) içinde emisyonları sabit tutma ya da azaltma hedefi ve yükümlülüğü yoktu. Kyoto sonrası ikinci dönem olarak adlandırılan dönemde de (2013-2020) ısrarla hedef belirlemeyeceğini söylüyor. Türkiye bugüne kadar gerçekleştirilen iklim zirvelerine bürokratlar düzeyinde katıldı. New York’taki zirveye Cumhurbaşkanı, Başbakan ya da Bakanlık düzeyinde katılım olup olmayacağı hala belli değil. En üst düzey katılımın gerçekleştiği 2009 yılında, Tayyip Erdoğan zirveye görüntülü mesaj göndermişti. Erdoğan’ın konuşmasının sonu “Türkiye gibi henüz sanayileşme sürecini tamamlamamış ülkelerin teknoloji transferi ve finansman gereksinimlerinin Kyoto Protokolü'nün yerini alacak olan yeni anlaşmada dikkate alınacağını umuyorum” ile bitiyordu. Yeni bir uluslararası sözleşmenin ancak bu şartları içermesi durumunda bir şansı olabileceğini söyleyerek bu şartları içermeyen bir sözleşmeye de taraf olmayacaklarını söylüyordu.
Kapitalist büyüme ve rekabet
İklim değişikliğinde, tarihsel olarak sorumluluğu olan gelişmiş ülkeler zenginliklerini fosil yakıtlarla elde ettiler ve zenginleşirken karbon salarak dünyayı mahvettiler. AKP hükümeti de tam da bu gerçekliğe vurgu yaparak “adalet” talep ettiğini söylüyor. Türkiye’nin de gelişmiş ülkelerin zenginliklerine ve sera gazı emisyon seviyelerine ulaşma hakkı olduğunu dile getiriyor. İşin aslında ise kapitalist sistemin temeli olan büyüme ve rekabeti hak ve adalet kavramlarını kullanarak her alanda olduğu gibi bu alanda da mağdur edebiyatıyla örtmeye çalışıyor.
2014 Nisan ayında BMİDÇS yükümlülükleri kapsamında açıklanan envanter sonuçlarına göre, Türkiye’nin 2012 yılında toplam sera gazı emisyonu 439,9 milyon ton, kişi başı sera gazı emisyonları da 5,9 ton/kişi olarak açıklandı. 1990 yılında bu veriler sera gazı emisyonu 188,5 milyon ton, kişi başı sera gazı emisyonu da 3,42 ton/kişi idi. 1990-2012 yılları arasında Türkiye’nin sera gazı emisyonu %133 oranında artarak dudak uçuklattı. Bu artış hızıyla Türkiye dünyada birinci sırada yer alıyor. Gelişmiş ülkeler kadar zenginleşme ve onlar kadar sera gazı salma hakkı olduğunu savunan AKP hükümeti döneminde artış miktarının daha da arttığını görüyoruz. 1990-2001 arasında emisyonlar %48 artarken, 2001-2012 arasında %58 artmış.
350
Dünyanın dört bir tarafında olduğu gibi Türkiye’de de doğal afetlerin sayısını ve şiddetini artıran iklim değişikliğinin nedeni atmosferdeki sera gazı miktarının artması. Sera gazlarının artmasının nedeni de fosil yakıt kullanımı (kömür, petrol ve doğalgaz) ile arazi yapısındaki radikal değişiklik. Geçtiğimiz nisan ayında atmosferdeki sera gazı miktarı milyarda 400 parçaya ulaştı. Sıcaklık artışının 2 derecenin altında tutulabilmesi için atmosferdeki karbondioksit miktarının milyarda 350 parçacığa indirilmesi, kişi başı sera gazı emisyonun da 2 ton olması gerektiğini bütün bilimsel raporlar dile getiriyor. Türkiye ise hız kesmeden arttırmaya devam ediyor.
Sera gazlarının artmasına neden olan tüm faaliyet alanları (fosil yakıt kullanımı ve arazi yapısındaki değişim) artan bir hızla Türkiye’de uygulanmakta. Kuzey ormanlarını yok eden 3. köprü, 3. havalimanı, Kanal İstanbul, Kuzey Otoyolu, HES’ler, ormanlık ve sulak alanların yok edilmesi, mega kentler, termik santraller, nükleer santraller… Karbon salımlarını artıran bu alanlar aynı zamanda yolsuzluk ve rüşvet işlerinin de asıl döndüğü alanlar.
Türkiye’nin yıkım hedefleri
Türkiye’de kömürlü termik santrallerin toplam kurulu gücü 13 bin MW. Hâlihazırda çalışan 22 adet kömürlü termik santrali var ve bunların Türkiye’nin toplam elektrik kurulu gücüne oranı yaklaşık %20. 7 adet yapımı devam eden ve yaklaşık 80 adet kömürlü termik santralin de yapımı planlanmış durumda. Yapımı devam eden ve planlananlarla birlikte kömürlü termik santrallerin toplam kurulu gücü 59 bin MW’a çıkarılmak istenmekte. Türkiye’nin şu an toplam kurulu gücü 65 bin MW. Bu hedefe ulaşmak için tüm kömür potansiyelini kullanması, potansiyelin bu kadar termik santrale yetmeyeceği için de kömür ithal edeceği anlamına geliyor. Çok büyük termik santrallerin yapılması planlanmakta, şu anda çalışan santrallerin en büyüklerinin bile kurulu güçleri 1.000-1.500 MW arasında. Yapımı planlananlar arasında Afşin- Elbistan C-D-E-G üniteleri 8.000 MW, Konya-Karapınar termik santralı 5.000 MW, Afyon Dinar termik santralı 3.500 MW kurulu güce sahip olacak. 5.000 MW kurulu güce sahip Konya Karapınar termik santrali çalışmaya başladığında yılda yaklaşık 60 milyon ton karbondioksit salımı yapacak. Bu termik santraller hayata geçerse Türkiye sadece artış hızı açısından değil, emisyon miktarları açısından da dünyada birinci sıraya yerleşir.
Ama 2023 yılının enerji hedefi içinde sadece kömürlü termik santraller yok. Şu anda HES’lerle suların üçte birine kelepçe vurulmuş durumda. Ek 50 bin megavatlık enerji içinde suların kalan üçte ikisine de kelepçe vurulacak. Şimdiye kadar ölümcül bir enerji olan nükleerle tanışmamış Türkiye’de, nükleer enerjinin elektrik üretimi içerisindeki payının 2020 yılına kadar en az %5 seviyesine çıkarılması, ilerleyen yıllarda da arttırılması hedeflenmekte.
Bütün bu enerji politikalarının hayat bulması Türkiye’nin iklim krizinin yani su, gıda krizinin ve doğal afetlerin sayısının ve şiddetinin artması anlamına gelecek. Bunu durdurmak zorundayız. İşte bu yüzden 20-21 Eylül’de sokağa çıkalım!
Küresel Eylem Grubu aktivisti Nuran Yüce