1950’lerde planlanan Ilısu Barajı projesi 1982'de GAP’a dahil edilerek, 1997'da Yap İşlet Devret (YİD) kapsamına alındı. Türkiye'nin en büyük barajlarından biri olacak bu yapı sadece elektrik üretmek için kuruluyor.
Baraj gölü 300 km2'lik bir alanı kaplayacak. Türkiye-Suriye sınırına 45 km uzaklıkta olan Ilısu Köyü'ne kurulan barajın rezervuarı Batman, Diyarbakır, Mardin, Siirt ve Şırnak illerinin sınırları içinde 200 civarında yerleşimi kısmen veya tamamen sular altında bırakacak.
Ilısu Barajı konsorsiyumu kuruluyor
Ilısu projesi 1990'ların başında ihaleye açıldı ama bölgedeki siyasi ve ekonomik istikrarsızlık nedeniyle ilgilenen yerli şirketi olmadı. Bunun üzerine proje 1996’da Balfour Beatty (İngiltere), Impregilo (İtalya), Skanska (İsveç) ile Türkiye’den Nurol, Tekfen ve Kiska adlı şirketlerin oluşturduğu bir konsorsiyuma verildi. Finansman düzenlemesi ise Union Bank of Switzerland (UBS) tarafından Avusturya, Almanya, İtalya, Japonya, Portekiz, İsveç, İngiltere ve ABD ülkelerinin ihracat kredisi ajanslarını kapsayacak biçimde planlandı.
Ilısu Barajı'na karşı hareket
Projenin ilanından hemen sonra çeşitli yerel kuruluşlar ve uluslararası STK'lar bir araya gelip, bu şirketlerin ülkelerindeki kamuoyunu hedefleyen bir uluslararası kampanya başlattı. Zira devletin halkı dinlemeyip, baraja karşı çıkanı “ülkenin kalkınmasına karşı” diye suçlayacağı önceden de belliydi. Ayrıca projeye kredi verecek kurumların çekilmesi durumunda projenin gerçekleştirilmesi gecikmiş olacak ve mücadele için zaman kazanılacaktı. Rivernet, International Rivers, Friends of the Earth, Export Credit Campaign ve Kurdish Human Rights Project gibi çeşitli oluşum ve STK’ların yürüttüğü kampanyanın sonucunda 2000’de Skanska, 2001’de de Balfour Beatty ve Impregilo, kendi ülkelerindeki kredi sağlayan kuruluşların teminatı üstlenmeyeceklerini bildirerek projeden çekildiler. 2002'de ise UBS projeyi feshetti. Böylece Ilısu Barajı'na karşı hareket, Türkiye tarihinde devlete rağmen kazanılan ilk çevre mücadelelerinden biri oldu.
Ancak zafer uzun sürmedi. 2004’te Devlet Su İşleri, yerli şirketler (Nurol, Cengiz, Çelikler ve Temelsu Uluslararası) ve Avrupalı şirketler (VA Tech/Andritz, Züblin, Alstom, Stucky, Maggia and Colencio) ikinci bir konsorsiyum kurdu. Finansman, Avrupa yatırım bankalarından alınacak krediyle gerçekleşecekti. 2006'da sembolik bir temel atma töreniyle inşaat resmen başladı. Ardından çeşitli yerel yönetimler, STK'lar ve meslek odaları Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi'ni kurdular. Hasankeyf’e yapılan vurgunun nedeni kentin 10 bin yıllık geçmişiyle Kürt halkının önemli sembollerinden biri olmasıydı. Girişim, World Economy, Ecology and Development (WEED), Berne Declaration ve Austrian ECAWatch gibi uluslararası STK'larla birlikte ikinci bir uluslararası baraj karşıtı kampanya başlattı. Hem bu kampanyanın, hem de projenin kültürel, sosyal ve çevresel boyutları ile ilgili 153 şartı karşılamaması nedeniyle kredi garantisi 2007'de askıya alındı, sonra da 2009'da ek süreye rağmen hemen hiçbir şartın gerçekleşmemiş olması nedeniyle tamamen iptal edildi. Böylece Ilısu projesini gerçekleştirecek ikinci konsorsiyum da dağılmış oldu.
Herşeye rağmen Ilısu Barajı kurulacak!
Uluslararası ortakların projeden çekilmesinin ardından dönemin Orman ve Çevre bakanı Veysel Eroğlu barajın her şart altında kurulacağını söyleyen demeçler verdi. İnşaat 2009'dan beri Garanti Bankası, Akbank, Nurol-Cengiz A.O. ve Avusturyalı Andritz Hydro tarafından yürütülüyor. Ilısu Barajı'nın inşasını milli bir meseleye döndüren Eroğlu, barajı adeta T.C. Devleti'nin gurur projesine dönüştürdü. Öyle ki bir hidro-elektrik projesi olan Ilısu Barajı, merkezi yönetim yetkilileri tarafından artan bir sıklıkla güvenlik sağlama projesi olarak da gündeme getirilmeye başlandı. Bu iddialara göre rezervuar gölü tamamlandığı zaman, PKK militanlarının saklandığı bölgeleri ve geçiş noktalarını sular altında bırakarak, örgütün hareketliliğini kısıtlayacaktı. Mucize projenin aynı zamanda kalkınmayı da beraberinde getireceği görüşü savunuluyordu. Bu söylemleri sorgulayanlar bile bölücü olmakla itham edildi.
Ilısu Barajı'yla mücadeleye devam
2009 sonrasında da Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi çalışmalarına devam ediyor. Örneğin Ekim 2010’da gerçekleştirilen Hasankeyf Dayanışma Kampı’na Türkiye’nin farklı yerlerinden benzer mücadelelerin (Karadeniz İsyandadır, Munzur ve Allianoi Girişimleri vb.) temsilcileri de katıldı. Yine bu sene 29-30 eylülde gerçekleştirelecek kamp, Ilısu Barajı'na karşı gençleri biraraya getirecek bir ağ oluşturmayı hedefliyor.
Mart 2011’de Garanti Bankası hisselerinin %24,9’unun BBVA adlı İspanyol bankası tarafından satın alındığı ortaya çıktı. Girişim iki bankanın çevreye ve topluma zararlı projelere destek veriyor olmasını “BBVA’ya Karşı Platform” ve “Ecologistas en Acción” adlı İspanyol oluşumlarla birlikte protesto etti. Girişim ayrıca Dicle ve Fırat nehirleri üzerindeki barajlardan mağdur Mezopotamya halklarını bir araya getiren “Ekopotamya Ağı” adlı bir oluşuma öncülük etti. Mart 2012’de yine Girişim öncülüğünde Hasankeyf’in UNESCO Dünya Mirası olması için geniş çaplı bir imza kampanyası başlatıldı.
Ilısu Barajı'nın hukuksal boyutu
Ilısu projesi 1982'de T.C. Devleti’nin imzaladığı UNESCO Dünya Kültür ve Tabiat Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme'yi (1972); 1982 Anayasası’nın Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunmasına ilişkin 63. maddesi'ni; Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun 9 ve 10. maddelerini (1983), B.M. Avrupa Ekonomik Komisyonu’nun Sınıraşan Suların ve Uluslararası Göllerin Kullanımı Sözleşmesi'ni (1992); ve B.M. Ekonomik ve Sosyal Konseyi İç Göçle İlgili Yol Gösterici İlkelerinden (1998) 6(c)'yi ve İlke 28'i ihlal ediyor. Bu nedenlerle, 1999'dan bu yana gerek ulusal gerekse uluslararası hukuk ihlaline neden olan bu projeye karşı çeşitli davalar açıldı. Ancak hiçbirinden dişe dokunur bir iptal kararı çıkmadı.
Hasankeyfliler barajla ilgili ne diyor?
Hasankeyf Belediye Başkanı Abdülvahap Kusen’in de belirttiği gibi Hasankeyfliler onyıllardır süren “baraj söylentisinin gölgesinde ölümü bekleyen çaresiz hastalar gibi” yorgunlar. Bir an önce ölecekler mi, kalacaklar mı bilmek istiyorlar. Kentin renkli simalarından Çoban Ali Hasankeyf’in Dicle kenarında yükselen sarp kayalıklarına oyulmuş ve binlerce yıl boyunca insanlara ev olmuş mağaralara sözü getirerek içinde bulundukları ekonomik çıkmazı anlatıyor:
“Burası birinci dereceden arkeolojik koruma alanı ilan edildiğinde sevinmiştik. Gelen turist sayısı arttı ama turistin kalacağı bir otel açmak yasak, mağaraları restore edip apart otele çevirmek yasak. Turistler aynı gün gelip aynı gün dönmek zorunda oldukları için, kentin ekonomisine fazla bir katkı sağlamadan gidiyor”.
Gerçekten de Hasankeyf'te üç beş hediyelik eşya dükkanı ve restoran dışında geçimlik bir üretim alanı yok. Bir de bazen aylarca kapatılan kale var. Buraya giriş için sembolik bir ücret alınıyor. Adını söylemeyen bir Hasankeyfli kadın ise barajla ilgili ne düşündüğünü sorduğumuzda şöyle diyor:
“Benim fikrimin ne önemi var? Evlenirken fikrimi sordular mı ki, yuvamı yıkarken soracaklar. Elbette istemem barajı. Buralarda lüks hayat yoktur ama biz dünyanın en güzel yerinde yaşarız. Bundan büyük zenginlik mi olur?”
Bir başka Hasankeyfli ise 1960'larda binlerce yıldır yaşadıkları mağaralardan nasıl zorla çıkarıldıklarını anlatıyor. Dönemin cumhurbaşkanı Cevdet Sunay Hasankeyf’e geziye gelmiş. Mağarada yaşayan insanları görünce, bu durumu “modern” Türkiye Cumhuriyeti'ne yakıştıramamış. Olayın ardından Hasankeyf'te hummalı bir beton ev inşası başlamış. “Heryeri buldozerlerle yıktılar, tarihi eserler de o ağır araçların altında ezilip yok oldu” diyor bir Hasankeyfli. Evler bitince de halk mağaradan silah zoruyla indirilip, bu evlere yerleştirilmiş. Bu 'modernizasyon operasyonu' öylesine ciddiye alınmış ki, sırf evden kaçıp tekrar mağarasına yerleşmek isteyenleri engellemek için bir jandarma istasyonu bile kurulmuş. “Bir yandan burayı sit alanı ilan ettiler. Öte yandan kendileri burayı suya boğacak. Bu ne yaman çelişki” diye ekliyor bir başka Hasankeyfli.
Ilısu Barajı’nın neyi üretip, neyi yok edecek?
Ilısu Barajı'nın ekonomik ömrü 50 yıl. Üstelik barajın üreteceği enerjinin çok daha fazlasını ülkedeki elektrik iletimindeki kayıp ve kaçakları belirli bir ölçüde önleyerek bile elde etmek mümkün. Projenin bölge halkına istihdam sağlaması da masaldan öteye geçememiş. Projede çalışan mühendis ve işçilerin ezici çoğunluğu bölge dışından.
Öte yandan 100 bin civarında insan doğru düzgün tazminat almadan göç etmek zorunda kalacak ve maddi-manevi fakirleşecek. Devletin göç alacak kentlerle ilgili herhangi bir çalışması da yok. Ayrıca insanın erken kökenlerinin, Neandertal yaşamın ve yerleşik yaşama geçişin izlerini ve çeşitli kültür miraslarını barındıran Dicle Vadisi geri dönüşü olmayan bir biçimde yok olacak. Ve gelecek kuşakların bunları görme hakları da gasp edilmiş olacak.
Ekolojik boyutta da muazzam bir yıkım olacak. Fırat Kaplumbağası, çizgili sırtlan, küçük kerkenez ve alaca yalıçapkını gibi yerel türlerin de içinde bulunduğu sayısız canlı, yaşam alanları sular altında kalacağı için ölecek. Diğer GAP projelerinde de olduğu gibi sulu tarıma geçişle başlayacak yoğun pestisit, herbisit, gübre ve su kullanımı sonucu ortaya çıkan su ve toprak kirliliği ve fakirliği gibi sorunlar baş gösterecek.
Proje, ekonomisinin önemli bölümü Dicle'den gelecek suya bağlı olan Irak'a da olumsuz etkilerde bulunacak. Mezopotamya’nın iki nehri üzerinde kurulu onlarca baraja bir yenisi daha eklenince tüm Orta Doğu'yu kavuran kuraklık daha da büyüyüp, çevre ihtilafları şiddetlenecek.
Gelin Hasankeyf’de buluşup, baraja karşı duralım!
Ilısu barajı kalkınma değil, bir yıkım projesi. Ona karşı çıkmak insanlığın ortak paydası olmalı. 29-30 eylülde Hasankeyf'te Dicle'nin kenarında gerçekleştireceğimiz kampta tanışmak, paylaşmak, yeni bilgiler üretmek ve güçlenmek üzere toplanıyoruz (http://ekopotamya.net). İki gün boyunca Hasankeyf’i yaşatmak için neler yapabileceğimizi tartışacağız, gezeceğiz, kayalara tırmanıp mağaralara sığınacağız ve Hasankeyflilerle buluşacağız. Haydi gelin!
Doç. Dr.Akgün İlhan
Su Hakkı Kampanyası, 26.09.2012