Jim Hansen
Bana göre, küresel ısınma sorununu, geri döndürülemez ve yıkıcı iklim değişikliğini garanti edecek kritik eşikleri geçmeden önce çözmek hâlâ olanaklı; ancak, güçlü eylemlere gereksinim var. Bu eylemlerin yararlı bir ekonomik uyaran sağlamak, halk sağlığını iyileştirmek ve enerji bağımsızlığı ile ulusal güvenliği artırmak gibi birden fazla faydası olacaktır.
Sorunun çözümüne yönelik stratejik seçeneklerin değerlendirilmesi jeofizik zorlamaların ve bunların etkilerinin bilinmesini gerektirmektedir. Jeofizik gerçekler genel eylem rotasını adeta dikte etmektedir. Neyse ki, gerekli rotanın teknik olarak olanaklı olduğu ve bunun hem kalkınmış hem de kalkınmakta olan ülkelerdeki halklara çok büyük faydaları olacağı açıktır.
Ne yazık ki, durum yaygın bir şekilde bilinmiyor ve anlaşılmıyor. Ayrıca, işlerin geldiği gibi gitmesinden fayda sağlayan ve fosil yakıt çıkarları olarak adlandırılan azınlık bir grup var. Fosil yakıt sektörünün özel çıkarlarının, dünya çapında hükümetler üzerinde, demokrasilerdeki adil rollerinin dışına çıkan çok büyük bir etkisi var.
Küresel iklimin dengelenmesi için gereken eylemlere ulaşılamaması inanılmaz bir kuşaklararası adaletsizlik ile sonuçlanacaktır. Hem kalkınmış hem de kalkınmakta olan ülkelerdeki çocuklar ve henüz doğmamış kuşaklar kendilerinden önceki kuşakların hareketlerinin tüm sonuçlarına katlanmak durumunda kalacaklardır. Genç insanların bu büyük adaletsizliğe dikkatleri çekmelerine yardımcı olmamız gerekiyor.
İklim Durumu
Küresel iklimimiz eşik noktalarına yaklaşmış durumda. Değişiklikler ortaya çıkmaya başladı ve eğer önümüzdeki birkaç onyılda fosil yakıtların kullanılmasından kaynaklanan salınımları derhal yavaşlatmazsak geri döndürülemez etkileri olacak ani değişiklikler için bir potansiyel bulunuyor.
Eşik noktaları, büyütücü geri beslemelerle besleniyor. Kuzey Buz Denizi’ndeki buzlar eridikçe daha da koyulaşan okyanus daha fazla güneş ışınını emiyor ve erimeyi hızlandırıyor. Tundralar eridikçe, güçlü bir sera gazı olan metan ortaya çıkarak daha fazla ısınmaya yol açıyor. Kayan iklim bölgeleri nedeniyle türler baskı altında kaldıkça ve yok edildikçe ekosistemler çökebilir ve bu da daha fazla canlı türünü ortadan kaldırabilir.
Halihazırda atmosferdeki karbondioksit oranının 280 ppm’den (parçacık/milyon) 387 ppm’ye çıkmasına neden olmuş durumdayız. Bilimin son birkaç yılda ortaya koyduğu şey ise uzun vadedeki güvenli karbondioksit miktarının 350 ppm’den fazla olmadığı. Medeniyeti destekleyecek optimum karbondioksit seviyesi 350 ppm’den az olabilir; ancak günümüzdeki politikaları belirlemek için daha kesin bilgilere derhal sahip olmaya gerek yok.
Karbondioksitin 350 ppm’nin altına indirilmesinin şart olduğu sonucu ilk başta endişe verici olmakla birlikte geçmişe bakıldığında ise açıkça ortadaydı. Gezegenin tarihi diyelim ki 450 ppm’lik bir atmosferik karbondioksit miktarının eninde sonunda, denizlerin günümüzdeki halinden metrelerce yüksek olması da dahil dramatik değişikliklere yol açacağını bize gösterir. Örneğin 450 ppm, sanayi öncesi seviyelerden 2°C (3.6°F) daha yüksek bir küresel ısınmaya yol açar. Bu düzeyde bir atmosferik karbondioksit ve küresel ısınma çocuklarımızı ve torunlarımızı kendi kontrollerinden çıkmış koşullara teslim etmemiz anlamına gelecektir ve bu insanlık için kabul edilemez bir durum olmalıdır.
Şekil 1. Fosil yakıt ve arazi kullanımı karbondioksit salınımları ve potansiyel fosil yakıt salınımları.
Fosil Yakıtlar
Atmosferik karbondioksitin insandan kaynaklanan nedenleri Şekil 1’de özetlenmiştir. Çubukların koyu kısımları, yandıklarında atmosfere karbondioksit salan yakıtların payıdır. Fosil yakıt rezervlerinin (henüz toprak altından çıkarılmamış fosil yakıtların) miktarı bariz bir şekilde belirsizdir. Burada önemli bir nokta, kullanılabilecek olan rezervlerin büyüklüğünün ülke dışındaki bölgelerde, kamusal arazilerde, kutup bölgelerinde ve okyanusun derinliklerinde sondaja izin verilip verilmemesine bağlı olmasıdır. Benzer şekilde, uygulamada işletilebilecek kömür rezervlerinin miktarı da kesin değildir ve eskisinden de yıkıcı madencilik uygulamalarına ne derece izin verildiğine bağlıdır. Konvansiyonel olmayan ve Şekil 1’de gösterilmeyen fosil yakıtlar da (katran kumu, petrol şisti, metan hidrat) içerdikleri yüksek düzeydeki karbon itibariyle kömüre benzemektedirler. Konvansiyel olmayan fosil yakıtların kömür için gösterilen miktarlarla mukayese edilebilecek, hatta daha büyük miktarda rezervleri vardır.
Rezervlerin büyüklüklerine dair belirsizliklere karşın eğer bütün fosil yakıtları veya hatta geride kalan rezervlerin yarısını yakacak olursak gezegeni günümüzdekinden 250 fit [76.2 metre] daha yüksek bir deniz seviyesi ile buzsuz bir döneme doğru yollayacağımız açıktır. Buz örtüsünün tamamen çözülmesi zaman alacaktır; ancak gelecek kuşakların kontrolü dışında gerçekleşen değişiklikler sonucunda kaotik bir durum ortaya çıkacaktır.
Petrol halihazırda yarıyarıya tüketilmiş olabilir; yani dünya petrol üretiminin zirvesine ulaşmaya yakın olabilir (bu, IPCC’nin rezervlere ilişkin tahminlerinin gerçeğe EIA’nınkinden daha yakın olduğu anlamına gelir). Her iki durumda da sağduyu en geniş petrol yataklarının kullanılacağını ve esas olarak egzoz borularının ucundan salınan karbondioksitin atmosferi boylayacağını söylemektedir. Karbon yoğunluğu en düşük olan ve en temiz yanan fosil yakıt olan gaz da tabii ki kullanılacaktır.
Bariz sonuç şudur ki iklim felaketini bertaraf etmenin tek pratik yolu en geniş fosil yakıt kaynağı olan kömürden, yani fosil yakıtların en kirlisinden kaynaklanan salınımları ortadan kaldırmaktır. Eğer kömür kaynaklı salınımlar 2010 ile 2030 arasında kademeli olarak bitirilirse küresel fosil yakıt kaynaklı salınımlar da Şekil 2’de görüldüğü gibi hızlı bir şekilde azalmaya başlayacaktır. Salınımların miktarı (sol tarafta karbonun milyar ton olarak değeriyle ve sağ tarafta da 2008 salınımlarındaki yüzdesi ile gösterilmektedir) ne kadar petrol ve gazın kullanıldığına bağlıdır. Daha fazla salınım gösteren (kırmızı) eğri EIA’nın rezervlerin daha geniş olduğuna ilişkin tahminlerinin geçerli olduğu ve bütün karbondioksitin atmosfere salınacağı varsayımına dayanmaktadır.
Şekil 2. 2010-2030 arasında kömür salınımlarının doğrusal bir şekilde kademeli olarak bitirilmesi (yani, bu salınımların 2020’de yarı yarıya azaltılması ve 2030’da tamamen ortadan kaldırılması) durumundaki fosil yakıt kaynaklı karbondioksit sanılımları. Salınımlar soldaki grafikte milyar ton karbon (Gigaton Karbon/yıl) olarak; sağdakinde ise 2008 salınımlarının yüzdesi olarak gösterilmiştir.
Bu salınım senaryoları Hansen ve ark.’ta (Target atmospheric CO2: Where should humanity aim?, Open Atmos. Sci. J. 2, 217-231, 2008) tanımlanan Bern karbon çevrimi modelinin basitleştirilmiş bir versiyonu kullanılarak atmosferik karbondioksit miktarlarına dönüştürülmüştür. Şekil 3, IPCC’nin petrol ve gaz rezervlerine ilişkin tahmininin doğru olması durumunda ve eğer kömür salınımları 2010-2030 arasındaki dönemde düzgün bir şekilde sonlandırılırsa karbondioksitin sadece ~400 ppm’de, 2025’te zirve yapacağını göstermektedir. Eğer, öte yandan EIA’nın petrol ve gaz rezervleri doğru ise (ve kömür salınımları aşamalı olarak ortadan kaldırılırsa) atmosferik karbondioksit bu yüzyılın ikinci yarısında zirve yapacak ve atmosferik karbondioksit IPCC’nin rezerv tahminlerinin doğru olması durumunda olacağından yaklaşık 30 ppm daha yüksek olacaktır.
EIA’nın rezerv tahminleri, eğer bizler örneğin ülke dışındaki, kamusal arazilerdeki, Arktik Ulusal Yaban Hayatı Koruma Alanı’ndaki ve okyanusların en derinlerindeki petrolün son damlasına kadar peşine düşersek gerçekçi olabilir. Daha geniş rezervlerin kullanılmasıyla kendi torunlarımız da dahil olmak üzere gelecek kuşakların atmosferden o fazladan 30 ppm’lik karbondioksiti çıkarmanın yollarını aramaya mahkum olmaları muhtemeldir. Yukarıda adı geçen makalemizde havanın tutulması ve karbondioksitten arındırılmasının maliyetlerini tartışarak her bir ton karbon başına 200 dolarlık bir maliyet olacağını öngörmüştük. Dolayısıyla 30 ppm’yi bertaraf etmenin maliyeti yaklaşık 12 trilyon dolar, bizden sonra gelen kuşaklara geçecek büyük bir sıkıntı olacaktır. Aşağıdaki son bölümde (Sundance Kid bir suçlu mu?) fosil yakıtların ötesinde bir enerji çağına geçmeksizin son petrol damlasının peşine düşme meselesini tartışacağım.
Şekil 3. Şekil 2’deki salınım senaryolarının ve kömür salınımlarının 2010-2030 arasında kademeli olarak ortadan kaldırılacağı varsayımına dayanan atmosferik karbondioksit oranları. IPCC’nin petrol ve gaz rezervleri dikkate alındığında karbondioksit 2150’ye gelindiğinde 370 ppm düşmüş olacak. Atmosferik karbondioksit, ağaçlandırma ve toprak karbon yönetiminin iyileştirilmesi ile daha da hızlı azalabilir.
Buna karşın, ilk çıkarım kömürle ilgili. Bu senaryolarda karbondioksitin sadece 400-425 ppm’de zirve yapması kömür kaynaklı salınımların 2010-2030 döneminde aşamalı olarak, doğrusal bir şekilde ortadan kaldırılacağı öngörüsü. Bu tür bir senaryo teknik olarak mümkün, ancak sadece, uygun alternatif teknolojilerin mevcudiyetine yol açacak politikalar ve bunların kullanılmasına yönelik teşviklerle birlikte olduğunda.
Metnin bütününe ve inglizcesine Linkler sayfasındaki Dr.James E. Hansen'ın raporları bölümünden ulaşabilirsiniz.
Metni Çeviren, Zeynep Kökkaya