James Hansen
Bugün yaptığım sunum, 23 Haziran 1988’de Kongre’de küresel ısınmanın artık pupa yelken seyir halinde olduğu konusunda kamuoyuna alarm kampanasını çaldığım konuşmanın tam 20 yıl sonrasına denk geliyor. O günle bugün arasında çarpıcı benzerlikler mevcut, ama bir de büyük fark var.
Bu konu üzerinde çalışan bilim camiasının küresel ısınmadan anladığı şeyle kamuoyu ve siyasetçilerin bildikleri arasında gene derin bir uçurum oluşmuş durumda. Bugün de, tıpkı 20 yıl önce olduğu gibi, bilimsel verilerin dürüst bir değerlendirilmesi, siyasi toplumu şoke edecek sonuçlar getiriyor. Yirmi yıl önce olduğu gibi bugün de, sözkonusu sonuçların % 99’un üstünde bir kesinlik taşıdığını teyit edebilirim.
O günle bugün arasındaki fark şu ki, küresel ısınma saatli bombasını etkisiz hale getirmek için gerekli eylemlerin zaman çizelgesinde halatların tüm boşunu aldık. Yeni Başkan ve Kongre, önümüzdeki yıl artık bir rota çizmek zorundalar. ABD’nin, şu anki çok tehlikeli duruma ilişkin sorumluluğumuza denk düşen liderliği yerine getirip çizeceği rotadan bahsediyorum.
Aksi halde, atmosferdeki karbondioksiti kısıtlamak, yani fosil yakıtların yakılmasıyla oluşan bu sera gazını, iklim sisteminin insanlığın kontrolünden fırlayıp çıkmasına yol açan fecî iklim değişikliklerini doğuran eşik noktalarını aşmaktan alıkoyacak bir seviyede tutmak, pratikte olanaksız hale gelecektir. Kâinatı ve üzerinde medeniyetin geliştiği gezegeni korumak için değişikliklere ihtiyaç olduğu çok açık. Ancak, Washington’a ve diğer başkentlere hükmeden, kısa vadeli kârlara odaklanmış özel çıkarlar her türlü değişikliğin önünü kesmekte.
Şunu iddia ediyorum ki, bizi enerji bağımsızlığına ve daha sağlıklı bir çevreye götürecek yol, kıtı kıtına da olsa, hâlâ önümüzde. Ama, bunun için, gelecek yıldan tezi yok, Washington’da dönüştürücü bir yön değişikliği gerekiyor.
23 Haziran 1988’de Kongre’de Colorado Senatörü Tim Wirth’un başkanlık ettiği bir oturumda tanıklık ettim: Dünyanın uzun vadeli bir ısınma dönemine girdiğini ve bundan insan yapısı sera gazlarının neredeyse kesin olarak sorumlu olduğunu söyledim. Küresel ısınmanın, su döngüsünün iki uç noktasını da körüklediğini, yani bir yandan daha güçlü kuraklıklara ve orman yangınlarına sebep olurken, diğer yanda da aşırı yağışları ve selleri beraberinde getirdiğini belirttim.
Yirmi yıl önceki tanıklığım şüpheci bir yaklaşımla karşılanmıştı. Ne var ki, bilimin can damarı olan şüphecilik, kamuoyunda kafa karışıklığına neden olabilir. Bilim insanları bir konuyu tüm açılardan incelerken hiçbir şey tam bir kesinlikle bilinmiyormuş gibi görünebilir. Ama, tüm verilerin böylesi geniş ve açık görüşlü bir şekilde incelenmesinden, sağlam sonuçlar çıkarılabilir.
1988’de ulaştığım sonuçlar temel fizik kanunlarından, yerküre üzerinde yapılmış incelemelerden, süregiden değişiklikler üzerinde yapılmış gözlemlerden ve iklim modellerinden elde edilmiş geniş kapsamlı girdilere dayanıyordu. Kanıtlar, “oyalanmayı bırakalım artık” diyebileceğim kadar güçlüydü. Zamanla bilim camiasının da benzer bir mutabakata varacağından emindim; nitekim öyle de oldu.
Küresel ısınma uluslararası alanda hızla fark edildiyse de, eylem faslına gelince orada bocaladık. ABD kendi emisyonlarına sınırlama getirmeyi reddederken Çin, Hindistan gibi gelişmekte olan ülkeler de emisyonlarını hızla artırdılar.
Kaybedeceğimiz şey nedir? Şimdiye kadar karada yaklaşık 2 derece Fahrenheit ısınma oldu ki bu, neredeyse zararsız, günlük hava değişimlerinden az bir ısınma gibi görünüyor. Ne var ki, yalnızca dünya okyanuslarının büyük süredurum (atalet/inertia) etkisiyle ertelenmiş olan ısınma artışı da “yolda”. Ve iklim tehlikeli eşik noktalarına doğru yaklaşmakta. “Kusursuz fırtına”nın, yani bir küresel felaketin unsurları bir araya toplanmakta.
İklim, geri besleme mekanizmalarının büyülten etkisiyle, büyük ve hızlı değişimlerin ortaya çıkacağı noktalara gelebilir. Kuzey Buz Denizi’nin buzları, bunun günümüzdeki bir örneği. Küresel ısınma deniz buzlarında erimeyi başlattı, böylece koyu renkli okyanusları açığa çıkarttı, bu da daha fazla güneş ışığı emerek daha da fazla buzun erimesine yol açtı. Sonuçta, daha fazla sera gazı ilave olmadan da, Kuzey Kutup bölgesi yakında yazları tamamen buzdan arınmış olacak.
Ufukta daha ürkütücü eşik noktaları da görünüyor. Batı Antarktika ve Grönland buz tabakaları, küçük miktarda bir ek ısınma karşısında dahi savunmasız durumda. Üç kilometreden daha kalın bu devasa kütleler önce yavaş tepki veriyor, ama çözülme süreci iyice yol almaya başladı mı, bu artık durdurulamaz olacak. Bilim insanları arasındaki tartışma, belli bir tarihte deniz seviyesinin ne kadar yükseleceği konusundan ibaret artık. Bana kalırsa, sera gazı salımlarının “böyle gelmiş böyle gider” senaryosuna göre artması halinde, deniz seviyelerinin bu yüzyıl içinde en az iki metre yükselmesi muhtemel. Bu durumda yüz milyonlarca insan mülteci olacak. İnsanlığın tasavvur edebileceği herhangi bir zaman dilimi içinde hiçbir sabit kıyı şeridi yeniden oluşamayacak.
Hayvan ve bitki türleri daha şimdiden iklim değişikliğinin baskısı altına girmiş durumdalar. Türler, kendi iklim kuşaklarının kaymasına karşılık olarak göç edebilirler, ama kutuplarda ve alplerde yaşayan bazı türler gezegenin dışına itilecekler. İklim kuşakları daha öteye ve daha hızlı bir şekilde hareket ettikçe, iklim değişikliği canlı türlerinin neslinin tükenmesinin birincil nedeni olacak. Birbirine karşılıklı bağımlılık ilişkileriyle bağlı türlerin yokoluşu, ekosistem çökmelerine yol açacak sayıya ulaştığında da, gezegen üzerindeki hayat için eşik noktası aşılmış olacak.
Sera gazlarının artmaya devam etmesi halinde dünyanın ulaşacağı beklenen ısınma seviyesi, geçmişte birkaç kez gezegendeki türlerin yarısından fazlasının kitle halinde yokolmasına yol açmıştı. Bu kitlesel yokoluşlardan sonra biyolojik çeşitlilik yeniden toparlandı, ama bu toparlanma yüzbinlerce yıl aldı.
Dünyanın önde gelen iklim bilimcileriyle birlikte yazdığım bir makalenin çok kaygı verici sonucuna göre, atmosferdeki karbondioksit için sağlıklı düzey 350 ppm’den (milyonda 350 parçacıktan) fazla değil, hatta bundan daha düşük de olabilir. Atmosferdeki karbondioksit oranı bugün zaten 385 ppm düzeyinde ve bu her yıl yaklaşık 2 ppm artıyor. Bundan çıkan şoke edici sonuç ise şu: Küresel ısınmayı 2 derece Celsius’un altında tutmamız gerektiği yolunda sık sık öne sürülen hedef, kurtuluş değil, küresel felaket için bir reçete olarak karşımıza çıkıyor.
Bu sonuçlar Dünyanın geçmişte sera gazı seviyelerine nasıl tepki verdiğini gösteren yeryüzü iklim tarihi verilerine ve bugünkü karbondioksit miktarına nasıl tepki verdiğini gösteren gözlemlere dayanıyor. Sera gazlarının yükselmeye devam etmesinin sonuçları, türlerin topluca yok olmasının ve gelecekte deniz seviyesinin yükselmesinin çok ötesine geçiyor.
Çorak subtropikal iklim kuşakları kutuplara doğru genişliyor. ABD’nin güneyini, Akdeniz bölgesini, Avustralya’yı ve Afrika’nın güneyini etkileyen, yaklaşık 400 kilometrelik bir genişleme oldu. Karbondioksit artışı durdurulmaz ve geri çevrilmezse, orman yangınları ve göllerin kuruması daha da artacak.
Dağların tepelerindeki buzullar yüz milyonlarca insanın taze su kaynağı. Bu buzullar tüm dünyada, Himalayalar’da, Andlar’da ve Kayalık Dağları’nda geri çekiliyor. Karbondioksit artışı geri çevrilmedikçe bu buzullar yok olacaklar ve nehirlerini yaz sonlarında ve son baharlarda cılız bir su sızıntısı halinde bırakacaklar.
Okyanusların yağmur ormanları demek olan mercan kayalıkları, denizlerdeki canlı türlerinin üçte birine ev sahipliği yapıyor. Mercan kayalıkları, okyanusların ısınması da dahil olmak üzere bir çok nedenden ötürü baskı ve stres altında, ama özellikle okyanusun asitlenmesi yüzünden tehlike altındalar ve bu, fazladan ilave olan karbondioksitin doğrudan etkisi. Okyanus giderek asitlendikçe, karbonat kabuk ve iskeletlere bağımlı olan okyanus canlılarının yaşamı, çözünme tehdidiyle yüzyüze kalıyor.
Bu gibi olaylar ve özellikle Kuzey Buz Denizi buzullarının ve büyük buz kütlelerinin günümüz karbondioksit seviyesinde gösterdiği istikrarsızlık, daha şimdiden çok ileri gitmiş olduğumuzu gösteriyor. Bildiğimiz gezegeni korumak için, atmosferdeki karbondioksit miktarını aşağı çekmeliyiz. Yeniden ağaçlandırma ve iyileştirilmiş tarım yöntemleriyle 350 ppm’yi aşmayacak bir düzeye ulaşmamız hâlâ mümkün, ama ancak zar zor – zaman bitmek üzere.
Karbondioksit artışını durdurmanın zorunluluğu fosil karbon rezervlerinin büyüklüğünden geliyor. Petrol ve gazın üstüne bir de kömür kuleleri... Küresel ısınmayı halletmek için, karbonun tutularak yer altında depolanabildiği durumlar hariç, kömür kullanımına son vermek, en öncelikli hedef.
Petrol, araçlarda kullanılıyor ve araçlarda karbonun yakalanması pratikte mümkün değil. Ama petrol bitiyor. Gezegenimizi korumak için, gelecekte araçlarda kullanılacak enerji kaynağının kömürden, katran tortularından ya da diğer fosil yakıtlardan sıkılarak elde edilmiş petrol olmamasını garantiye almalıyız.
Fosil yakıt rezervleri bitimli; fiyatların yükselmesinin temel nedeni de bu. Er geç fosil yakıtların ötesine geçmek zorundayız. İklim sorununun çözümü, hemen karbondioksitsiz enerjiye geçmekte yatıyor.
Özel çıkarlar gelecekte yenilenebilir enerjiye geçişimize engel oluyor. Fosil yakıt şirketleri yenilenebilir enerjilere güçlü bir geçiş yapmak yerine, küresel ısınmayla ilgili olarak etrafa şüphe yaymayı tercih ettiler; tıpkı tütün şirketlerinin sigara içmekle kanser arasındaki bağlantı konusunda kuşku yaydığı gibi. Yöntemler çok inceydi, örneğin okul kitaplarında küresel ısınma konusundaki tartışmalara yön vermek üzere fonlama yapmak gibi.
Fosil enerji şirketlerinin yöneticileri (CEO’ları) ne yaptıklarını gayet iyi biliyorlar ve bu işin bu şekilde devam etmesinin uzun vadeli sonuçlarının da pekâlâ farkındalar. Bana kalırsa bu CEO’lar insanlığa ve doğaya karşı işledikleri büyük suçlardan ötürü yargılanmalılar. Kamuoyunun kafasını karıştırma kampanyaları devam eder ve “başarı”ya ulaşırsa, gelecekte açılacak kamu davalarında ilgili CEO’lar aleyhine şahitlik yapmayı umuyorum.
Çocuklarımıza kontrolden çıkmış bir iklim devredeceksek eğer, ExxonMobil petrol ve Peabody Coal kömür şirketleri baş yöneticilerinin mahkûm edilmeleri kimse için bir teselli olmayacak. İnsanlık, mütemadiyen değişen kıyı şeritlerinin ve gittikçe şiddetlenen bölgesel aşırı iklim olaylarının getireceği harabiyetten dolayı bitap düşecek. Sayısız canlı türünün yok olmasıyla gezegen gittikçe ıssızlaşıp viraneye dönecek.
Siyasiler birbiriyle didişmekten vazgeçmezse, vatandaşlar başı çekmeli. Kömür yakan yeni termik santral yapımına karşı moratoryum ilan edilmesini talep etmeliyiz. Kamu arazilerinden, kıyıların açıklarından, vahşi doğadaki bölgelerden son damla petrolü sıkıp çıkarmayı amaçlayan fosil yakıt çıkarlarının önünü kesmeliyiz. Bu son damlalar derde devâ olamaz. Bunlar, sadece kendine hizmet eden, ileriyi görmekten âciz, basiretsiz bir sektöre durmadan fâhiş kârlar sağlıyor olabilir, ama bu son damlalar ne enerji bağımlılığımıza çare olur bizim, ne de uzun vadeli kaynak ihtiyacımıza.
Fosil yakıtlardan temiz enerjiye geçiş zorlu bir iş; ama, birçok açıdan da dönüştürücü olduğundan, memnuniyetle karşılanmalı. Ucuz, sübvansiyone edilmiş fosil yakıtlar, kötü alışkanlıklara sebep oldu. Örneğin, yakınımızdaki tarlalarda daha sağlıklı ürünleri kolaylıkla bulmak mümkünken bile dünyanın öbür ucundan gıda ithal ediyoruz. Fosil yakıt sübvansiyonları olmasaydı, iklim değişikliğinin sebebiyet verdiği zararlar ve fosil yakıtlardan doğan maliyetler de yine halk tarafından karşılanıyor olmasaydı, o zaman yerel ürünler ithal ürünlerle rekabet edebilirlerdi.
Zararlı emisyonlar için bir bedel konması elzem. Evet, bir karbon vergisi şart. Fosil yakıt bağımlılığımızdan kurtulmamız için yüzde yüz temettü (dividend) dağıtılan bir karbon vergisine ihtiyacımız var. Vergi ve temettü (kâr payı), siyasetçileri değil, piyasayı yeni yatırım kararları almaya yöneltir.
Kömür, petrol ve doğal gaza karbon vergisi koymak kolay bir iş. Bu, satış noktasında ya da gümrüklerde giriş kapısında uygulanır. Tüm verginin kamuoyuna geri dönmesi şarttır: Her yetişkin için tam, çocuklar için de yarım pay olmak üzere herkese eşit miktarda dağıtılmalıdır. Bu hisse, aylık olarak herkesin şahsi banka hesaplarına yatırılabilir.
Yüzde 100 kâr paylı karbon vergisi regresif (gittikçe azalan oranda) bir vergi değil. Aksine, emin olun, düşük ve orta gelirli insanlar kendi karbon vergilerini sınırlandırmanın ve bu işten kazançlı çıkmanın bir yolunu bulacaklardır. Savurgan enerji kullanıcıları ise bu aşırı harcamanın bedelini ödemek zorunda kalacaklardır.
Düşük karbonlu ve yüksek verimli ürünlere olan talep, yenilikçi fikirleri de teşvik edecek, ürünlerimizi uluslararası pazarda daha iyi rekabet eder hale getirecek. Enerji verimliliği ve yenilenebilir enerjiler hızla büyürken, karbon salımları da hızla düşecek. Kara kurum, cıva ve diğer fosil yakıt salımları azalacak. Enerji bağımsızlığı sayesinde daha parlak, daha temiz bir gelecek mümkün.
Washington vergilerimizi büyük bir dikkatle, satır satır harcamaya bayılır. Timsah derisi pabuçlarını ayağına çekmiş yüksek ücretli lobicilerden oluşan bir ordu, harcamaların nereye yapılması gerektiği konusunda karar vermesi için Kongre’ye yardımcı oluyor; bunun karşılığında lobicilerin müşterileri de adaylara “seçim kampanyası” için destek parası sağlıyor.
Halkın Washington’a bir mesaj göndermesi gerek. Gezegenimizi, canlılar âlemini, çocuklarımız ve torunlarımız için koruyun, ama bunu daha fazla vergi alma ve harcama bahanesi olarak kullanmayın. Bizim şiarımız şu olsun: “Yüzde yüz temettü ya da savaş! Timsah derisi ayakkabılara son!”
Yeni başkan, kaçak oranı en aza indirilmiş bir ulusal elektrik şebekesi kurulmasını şart koşmalı. Bu, dağınık haldeki yenilenebilir enerjilerin, elektrik üretiminde kullanılan fosil yakıtların yerine geçmesini sağlayacak. Yüksek voltajlı doğru akımı yer altından iletecek hatlar için teknoloji mevcut. Ana iletim hatları on yıldan kısa bir süre içinde tamamlanabilir ve eyaletlerarası karayollarına paralel olarak yaygınlaştırılabilir.
Hükümet, aynı zamanda elektrik şirketlerinin tabi oldukları yönetmeliklerde öyle değişiklikler yapmalı ki, kârlar mütemadiyen daha fazla enerji satmaya bağlı olmaktan çıksın ve onun yerine enerji verimliliğine paralel olarak artsın. İnşaat mevzuat ve talimatnameleri ile araç verimliliğine ilişkin mevzuat ve yönetmeliklerdeki zorunlu şartlar ıslah edilmeli ve bunlar sıfır karbon hedefine uygun hale getirilmeli.
Fosil yakıt endüstrisi, harekete geçmemesine bahane olarak Çin’i ve diğer gelişmekte olan ülkeleri günah keçisi diye kullanıyor, yani demagoji yaparak Washington’ı boyunduruğu altında tutmaya devam ediyor. Aslında, bugün havada bulunan fazla karbonun çoğunu biz ürettik ve emisyonu düşürecek yöntemler geliştirme konusunda akıllıca davranmak, ülke olarak bizim lehimize. Ozon probleminde olduğu gibi, gelişmekte olan ülkelere emisyonları azaltmaları için sınırlı bir ek süre tanınabilir. Bu ülkeler işbirliğine yanaşacaklardır: İklim değişikliği yüzünden kaybedecekleri çok şey olduğu gibi, temiz havadan ve fosil yakıtlara bağımlılıklarının azalmasından kazanacakları çok şey var çünkü.
Başka ülkelerle âdil ve hakkaniyetli anlaşmalar yapmalıyız. Bununla birlikte, kendi karbon vergilerimizi ve temettü dağıtımlarımızı, bu anlaşmaları beklemeksizin derhal başlatmalıyız. Ülke olarak bu işten çok kazançlı çıkacağımız gibi, diğer ülkeler de bizim bu başarımızı taklit edecek. Gerekirse, işbirliği yapmayan ülkelerden ithal edilen ürünlere gümrük vergisi konabilir ve bu vergi gelirlerinin de temettü havuzuna eklenmesiyle oyunun kuralları herkes için denk hale getirilebilir.
Demokrasi işliyor işlemesine de, bazen çarkları yavaş dönüyor. Zamanımız dar. 2008 seçimleri tüm gezegen için çok kritik. Eğer Amerikalılar en dinozor kongre üyelerini emekliye ayırır, Washington da iklim değişikliğini dikkate alacak şekilde evrilirse, çocuklarımız ve torunlarımız için hâlâ büyük umutlar besleme şansı olabilir.
Dr. James Hansen NASA’nın Goddard Uzay Araştırmaları Enstitüsü Başkanı ve Columbia Üniversitesi Yer Bilimleri Enstitüsü öğretim üyesi. Dr. Hansen, 1970’lerin ortalarından bu yana, insanın küresel iklim üzerindeki etkilerini anlayabilmek amacıyla, Dünyanın iklimi üzerindeki araştırmalara ve bilgisayar simülasyonlarına odaklandı. 1980’lerde ABD Kongresi önünde yaptığı tanıklıklarla küresel ısınma konusunda farkındalığın dünyada artmasını sağladı. Son yıllarda Dr. Hansen, eşik noktasının aşılmasıyla, iklim değişikliğinin medeniyetimizin kurulduğu gezegenimizi farklı bir gezegen haline dönüştürecek geri çevrilemez etkilere dikkat çekiyor. Hansen fosil yakıt çıkarlarının ve onu destekleyen hükümetlerin, yer altındaki tüm fosil yakıtın yakılmasını ve bu yanmanın sonucunda ortaya çıkan yan ürünlerin atmosfere salınmasını neredeyse Allahın emri gibi gören anlayışına karşı çıkıyor. Dr. Hansen, bunun yerine, iklimi dengeleyecek, istikrara kavuşturacak daha temiz bir atmosfer ve okyanusa kavuşmamız için gerekli adımların haritasını çıkarıyor, hükümetlerin ve endüstrilerin uyguladıkları politikaları etkilemekte kamuoyu baskısına duyulan büyük ihtiyacı vurguluyor. (http://www.acikradyo.com/default.aspx?_mv=a&aid=22933&cat=100)