Soma’da yaşanan felaket gösterdi ki Türkiye aslında hazır olduğunu iddia ettiği, alınacak önlemlerin aslında çok bilindik ve uygulanması kolay olan kazalara bile hazır değil. Bu durum sadece Türkiye için geçerli değil aslında, herkes Japonya’nın çok güçlü ve güvenilir bir teknolojiye sahip olduğunu düşünüyordu ama
Fukuşima’da yaşanan nükleer santral kazası bize durumun hiç de öyle olmadığını gösterdi. Demek ki ne dünya ne Türkiye aslında hazır olduğunu iddia ettiği hiçbir şeye hazır değil. Hele söz konusu nükleer olduğunda hazır olması mümkün de değil zaten. Çünkü nükleer sahip olduğu uzun dönemli ve çok geniş çaplı etkiler nedeniyle baş etmesi neredeyse imkansız ve çok pahalı bir şey. Üstelik bunu sadece biz değil devletler de biliyorlar. Peki bile bile neden bu ısrar? Bence bunun en önemli cevabı prestij ve güç.
Prestij ve güç
Uluslararası camiada nükleer sahibi olmak demek sizin gelişmiş ve güçlü bir devlet olduğunuzun göstergesi olarak algılanıyor. Nükleer enerji üretebiliyor olmanız demek nükleer silahı da her an üretebileceğiniz anlamına geliyor çünkü gerçekten nükleer enerji üretmek için gerekli teknoloji ile nükleer silah edinmek için gerekli teknoloji arasında bir fark yoktur, bütün mesele sadece uranyumu zenginleştirme derecenizdedir, bunu biraz daha artırdığınızda bu, nükleer silah yapabileceğiniz anlamına gelir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, nükleer silah sahibi devletlerden oluşur. Dolayısıyla dünyada nükleere atfedilen bu prestij maalesef bir yanılsama ya da rüya değil, gerçek. Dolayısıyla ben hem nükleer enerjiye hem de nükleer silaha karşı verilecek mücadeleyi kazanmada bu prestiji tersine çevirmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Nükleer silahlara son
Dünyada nükleer silahlar konusunda böyle bir eğilim başlamış durumda. 2013 Şubat ayında Norveç Hükümeti’nin çağrısıyla 120 devlet temsilcisinin ve sivil toplum kuruluşlarının katıldığı “Nükleer silahların insani sonuçları” başlıklı bir konferans düzenlendi. Uzmanlar anlattı, devletler dinledi. Konferansın sonucu çok çarpıcıydı çünkü doktorlar, nükleer fizikçiler, Kızıl Haç temsilcileri gibi nükleer bir patlama durumunda ilk müdahaleyi yapma sorumluluğuna ve kapasitesine sahip kuruluşlar o konferansın sonucunda bütün devletlere bunun nükleer bir patlamaya hazır olup olmamakla ilgisi olmadığını, nükleer patlamanın doğası itibariyle hazır olunabilecek bir felaket olmadığını anlattılar. Galiba nükleer konusundaki tartışmanın kilit noktasını bu oluşturuyor. Ne yaparsanız yapın böylesi bir felakete hazır olamazsınız. Tabii ki hem Çernobil’de, hem Fukuşima’da hükümetlerin hataları, eksiklikleri vardı. Özellikle Fukuşima’da patlamadan sonra insanların yeniden bölgeye gönderilmeleri aslında onları ölüme göndermek demek çünkü bilim insanlarının yaptığı araştırmalara göre patlamadan etkilenen bölgenin yeniden yaşanabilir hale gelmesi için en az 50 yıl geçmesi gerekiyor.
Tek çözüm
Ama şunu da bilmek gerek; nükleer bir patlama karşısında, o patlamanın yaydığı radyasyon, ısı, güç karşısında yapılabilecek hiçbir şey yok. Dolayısıyla alınabilecek tek önlem nükleer santral yapmamak ve nükleer silahları, var olanları da yok ederek, herkes için ve tamamen yasaklamak.
Arife Köse
28 Mayıs 2014