Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Müzakereleri’nin 19. Taraflar Konferansı’nda, Haiyan süper tayfunun yerle bir ettiği Filipinler delegasyonundanYeb Sano’nun yaptığı konuşmanın tam metni aşağıda. Yeb Sano gelişmiş ülkeleri iklim değişikliğini durdurmak için harekete geçmeye çağırdığı konuşmasının ardından açık grevine başladı ve halen devam etmekte.
Sayın Başkan,
Şu an, Filipinler Cumhuriyeti'nin metanetli halkı adına konuşmanın gururunu yaşıyorum.
Başlarken, heyetimin Fiji Cumhuriyeti saygıdeğer elçisinin, G77, Çin adına ve Nicaragua'nın Hemfikir Gelişen Ülkelerin adına yaptığı açıklamalarla ortak tutulmasını arz ediyorum.
İlk olarak, Filipinler halkı ve Varşova'da gerçekleşen Birleşmiş Milletler İklim Değişimi Müzakeresi'nin (UNFCCC) 19'uncu Taraflar Konferansına (COP19) katılan heyetim adına, ulusal felaket karşısında ülkemin acısını paylaşanlara içtenlikle teşekkür ediyorum.
Yaşadığımız trajik olayın ortasında, Filipinler heyeti olarak Polonya'nın misafirperverliği tarafından rahatlatılıyoruz, gittiğimiz her yerde samimi tebessümler ile karşılaşıyoruz. Otel personeli, sokaktaki halk, Ulusal Stadyum'da çalışan kadro ve gönüllüler acımızı paylaştıklarını ifade ettiler. Teşekkürler Polonya.
Yapılan hazırlıklar olağanüstü ve bu önemli toplantıyı gerçekleştirmek için gösterdiğiniz muazzam çabayı takdir ediyoruz.
Ayrıca, bu zor anımızda dünyanın dört yanından bize destek olan bütün dostlarımız ve meslektaşlarımıza, Filipinlere dayanışma ve yardım teklifinde bulunan bütün ülke ve hükümetlere teşekkür ederim. Heyetimin arkasında duran, geleceklerini şekillendirirken bizi izleyen, dünyada bizi takip eden milyarlarca gence teşekkür ederim. Sivil topluma teşekkür ederim. Fırtınanın en kötü vurduğu alanlarda zamanla yarışarak çalışanlara da, burada bizi büyük bir istek ve aciliyet bilinciyle karşılayanlara da. Bu dayanışma bizleri derinden etkiledi. Bunca destek, bir tür olarak biz insanların, bir araya gelebildiğinin ve önemsediğinin kanıtı.
Sadece 11 ay evvel Doha'da benim heyetim dünyaya, karşımızda duran hakikate karşı gözlerimizi açmamız için çağrıda bulundu; ardından Filipinler tarihinin en pahalıya mâl olan fırtına felaketi ile yüzleşti. Bir sene içinde daha büyük bir felaketin geleceğini düşünmemiştik. Görüldüğü gibi, kaderin acımasız bir cilvesi ile ülkem adı Süper Tayfun Haiyan denen bu cehennem fırtınası ile sınanıyor.
Uzmanlar, kayıtlara göre bunun dünya tarihinde karaya vuran en güçlü tayfun olduğu açıkladı. O kadar güçlüydü ki, eğer fırtına ölçeklerinde 6. kategori olsaydı bu fırtına o kategoride olurdu. Şu ana kadar hâlâ felaketin boyutundan haberdar değiliz; bilgi işkence gibi yavaşça geliyor çünkü elektrik-iletişim ağları kesilmiş durumda ve tamir zaman alacak. İlk analizimiz şu: Haiyan Tayfunu Filipinlerin 2/3'ünü etkiledi, yarım milyon kişiyi evsiz bıraktı, tsunami sonrası gibi her yeri çamur, enkaz ve cesetlerle doldurdu ve hayal edilemeyecek denli korkunç bir yıkım yarattı.
ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer Yönetimi, uydu ölçümlerine göre Haiyan'ın 860 mbar asgari basınca ulaştığını hesapladı. Birleşik Tayfun Uyarı Merkezi, Haiyan'ın 1 dakika kesintisiz 315 km/h rüzgar ve 378 km/h bora yarattığını hesapladı. Haiyan, dünyanın en güçlü tayfunu olarak kayıtlı tarihe geçti. Fırtınalara karşı deneyimli olan bir millet olarak bu canavar fırtınaya hazırlık için yapılan bütün çabalara rağmen çok şiddetli bir güçtü ve Haiyan bizim ve belki de başka hiçbir ülkenin daha önce yaşamadığı bir deneyim oldu.
Olayın sonrasındaki resim yavaşça netleşiyor. Tahribat muazzam. Sanki bu yetmiyormuş gibi, Batı Pasifik'te bir fırtına daha büyüyor. Fırtınanın vurduğu, daha insanların ayağa kalkamadıkları bu alanları bir fırtınanın daha vurması benim için korkutucu bir düşünce.
İklim değişiminin gerçek olmadığını savunan herkese, rahat koltuklarından kalkmaları ve ofislerinden çıkmaları için meydan okuyorum. Hâlâ iklim değişimini inkar eden varsa gidip görsün: Pasifik, Karayip ve Hint Okyanusu adalarında yükselen denizin etkilerini; Himalaya ve Andes Dağları'nda eriyen buzulların yarattığı selleri; Kuzey Kutup toplumlarının yok olan buzullarla yaşamaya devam etme çabalarını; Mekong, Ganges, Amazon ve Nil Nehirlerinin hayatları suda boğmasını; Orta Amerika tepelerinde fırtınalarla karşılaşan halkı; Afrika Savana'sının çölleşmesi üzerine suyun ve gıdanın azalmasını; Meksika havzasında ve Doğu Amerika kıyısındaki fırtınaları... Ve bunlar yetmezse bir an evvel Filipinlere gidip görsünler, iklim değişikliği yok muymuş?
Bilim gerçekleri netleştirdi. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin (IPCC) iklim değişikliği raporu, gerçekleşen olağan dışı hava olaylarları ve bunların görülme sıklığı arasındaki bağı ve bu durumun yarattığı riskleri ortaya koydu. Sade bir dille, bilim bize iklim değişimimin daha şiddetli tropikal fırtınalar anlamına geldiğini ifade ediyor. Dünya ısındıkça okyanuslar da ısınacak. Filipin kıyılarındaki sularda biriken enerji gerçekleşen tayfunların şiddetini artıracak ve şu an meydana gelenden daha yıkıcı fırtına modelleri, olağan olacak.
Bu, çoğumuzun toplumu için derin sonuçlar anlamına geliyor, özellikle kalkınma ve iklim değişimi gibi çifte krizle yüzleşenlere. Haiyan gibi tayfunların etkileri, uluslararası kamuoyu nezdinde iklim değişimine karşı harekete geçmek için daha fazla bekleyemeyeceğimizin sarsıcı bir kanıtı. Varşova'da daha inançlı hareket edilmeli ve iklim değişimi konusunda siyasi iradelerin de harekete geçmesi sağlanmalı.
Doha'da "Biz değilsek, kim? Şimdi değilse, ne zaman? Burada değilse, nerede?" (Filipin öğrenci lideri Ditto Sarmiento'dan alıntı) diye sorduk. Sanırım, sağır sultan bile duydu. Ama burada, Varşova'da aynı soruları soruyorum: "Biz değilsek, kim? Şimdi değilse, ne zaman? Burada, Varşova'da değilse, nerede?"
Bu olağanüstü iklim olayı yüzünden ülkemin yaşadığı, delilik. İklim krizi deliliği.
Bu deliliği Varşova'da durdurabiliriz.
19. Taraflar Konferansı'ndayız ama saymayı bırakmalıyız, çünkü benim ülkem iklim değişimini çözmek için 30. ya da 40. Taraflar Konferansına ihtiyacımız olacağını kabul etmiyor. Çünkü Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Müzakereleri başladığından beri kaydedilen önemli ilerlemelerine rağmen, müzakerenin esas amacını başaramamaya devam ediyoruz. Şimdi kendimize sormak durumundayız: "İklim sistemine insan kaynaklı müdahaleyi önlemeyi amaçlayan madde 2 hedefini hiçbir zaman gerçekleştiremeyecek miyiz?" Müzakerenin hedefine ulaşamadığımız için iklim değişimine hassas ülkelerin sonunu tasdiklemiş bulunuyoruz.
Eğer bu müzakerenin amacına ulaşamazsak, kayıp ve zararla yüzleşeceğiz. İklim değişikliğinden kaynaklanan bu kayıp ve zararlar, tüm dünyanın meselesidir. Gelişmiş ülkelerin karbon emisyonu azaltma hedefleri tehlikeli biçimde düşük ve bu duruma acilen bir düzenleme getirilmesi gerekiyor. 1990 yılındaki seviyelere bakıldığında %40-50 oranında bir azaltma talep edilse de, gerçek şu ki: iklim değişikliğine mahkumuz artık ve konuşmamız gereken şey, kayıp ve zararlarımız.
Kendimizi kritik bir yol ayrımında bulduk ve durum şöyle: Geçtiğimiz 20 yılda iklim değişikliğiyle mücadele etmesi gereken gelişmiş ülkelerin şu an karbon emisyonlarını düşürmek adına yaptıkları, krizi savuşturmamıza yetmeyecek. İklim değişikliği meselesini çözümünü konuşurken, Annex I ülkelerine bel bağlamak için artık çok geç. Yeni bir döneme girdik. Bu dönemde iklim değişikliğiyle mücadele edebilmemiz için küresel dayanışma içinde olmalıyız. Sürdürülebilir insan gelişimi arayışında, küresel birliğin başı çektiğine emin olmamız gerekiyor. Tam da bu nedenle gelişmekte olan ülkelerin de uygulamaya geçmesi her zamankinden daha önemli.
1992 yılında, Rio de Janeiro'da, BM Çevre ve Gelişim Konferansı'nda Genel Sekreter Maurice Strong şöyle demişti: "Tarih, bize bugün imkansız görünen şeyin, yarın kaçınılmaz olabileceğini hatırlatır."
Yerimizde çaresizce oturup, bu iklim değişikliği açmazına seyirci kalamayız. Şimdi harekete geçme zamanı. İklimle ilgili acil bir yol haritası çizmeye ihtiyacımız var.
Delegasyonum adına konuşuyorum. Aynı zamanda bu tayfunda yok olup giden ve kendi adına konuşamayacak olan sayısız insan adına konuşuyorum. Bu trajediden sonra öksüz ve yetim kalanlar adına konuşuyorum. Hayatta kalanları kurtarmak için zamanla yarışan ve felaket yüzünden acı çeken insanların yaralarını hafifletmeye çalışanlar adına konuşuyorum.
Bugün kesin olarak harekete geçerek süper tayfunların hayatın bir parçası olacağı bir geleceği önleyebiliriz. Çünkü biz, bir ulus olarak, Haiyan gibi süper tayfunları hayatın gerçekliği olarak kabul etmeyi reddediyoruz. Biz, fırtınalardan kaçmayı, ailelerimizi tahliye etmeyi, yok oluş ve çaresizlik içinde olmayı, ölü saymak zorunda kalmayı reddediyoruz. En basitçe böyle söylenir: Reddediyoruz.
Bu tür olaylara "doğal felaket" demeyi bırakmalıyız. İnsanların fakirlikle mücadele etmek ve kalkınmak için yaşadıkları bocalama sürerken, bugüne dek karada görülen en şiddetli fırtınayla örselenmesine "doğal" denemez. Bilim bize küresel iklim değişikliğinin daha büyük fırtınalar yaratacağını söylüyor. Buna "doğal" denemez. İnsanın böylesine bariz biçimde iklimi değiştirmesine de "doğal" denemez.
Felaketler, doğal değildir. Onlar, fiziksel olmayan faktörlerin birleşmesidir. Onlar, ekonomik, sosyal ve çevresel eşiklerin, durmaksızın ihlalinin birikimidir. Çoğu zaman felaketler, dünyadaki eşitsizliğin sonucudur. En fakir insanlar, savunmasızlıkları ve on yıllar süren gelişmemişlikleriyle, en çok risk altında olanlar. Bu noktada öne sürmeliyim ki bu durumla, iklim sistemini değiştiren ekonomik büyüme, daha doğrusu "sözde ekonomik büyüme" ve tüketimin bir bağı var.
Şimdi, müsadenizle, daha kişisel bir konuyu açacağım.
Süper Tayfun Haiyan, ailemin yaşadığı yerdeki zeminin çökmesine neden oldu ve sebep olduğu yıkım inanılmaz. Anlatacak kelime bulmakta zorlanıyorum. Haberlerde yayınlanan görüntüler yetersiz kalıyor. Bu felaketten sonra yaşadığımız kayıpları tarif edemem.
Tam da şu an, kendi akrabalarımın akıbetine dair bir haber almak için beklerken, acı çekiyorum. Bana güç ve rahatlama veren bir şey varsa o da erkek kardeşimin bizlerle iletişime geçmesi ve hayatta kaldığını öğrenmiş olmam. Son iki gündür, ölen insanların vücutlarını kendi elleriyle topluyor. Aç ve en çok etkilenen bölgelere yiyecek yardımı zor ulaştığı için bitkin.
Bu Taraflar Konferansı'nda (COP) en anlamlı sonuç ufukta görünene kadar çalışmaya devam etmeliyiz. Yeşil İklim Fonu (Green Climate Fund) kaynaklarının geliştirileceğine dair düzgün sözler alana dek... Kayıp ve yıkımlara karşı bir mekanizma kurulup içi doldurulana dek... 100 milyar dolarlık hedefe ulaşılana ve bunu başarmak için gerekli yol haritaları çizilene dek... Sera gazı salımlarını stabilize etmek için ilgili gerçek ve azimli bir çaba görene dek çalışmalıyız... Parayı, inandığımız şeye yatırmalıyız.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Sözleşmesi (UNFCCC) altındaki bu sürece, birçok isim takıldı. Yeri geldi maskaralık dendi, yeri geldi karbon-yoğun bir turizm... Ancak aynı zamanda "Gezegeni Kurtarma Projesi" olarak da adlandırıldı. "Bugün yarını kurtarma" projesi olarak da... Bu karmaşayı düzeltebiliriz. Bu deliliği sona erdirebiliriz. Şu an. Burada, bu futbol sahasının ortasında.
Bize öncülük etmeniz çağrısında bulunuyorum. Polonya, bu deliliği durdurmayı gerçekten önemsediğimiz yer olarak sonsuza kadar hatırlansın. İnsanlık bu fırsatı görüp, el üstünde tutacak mı?
Ben başarabileceğimize hâlâ inanıyorum.
Kaynak: Greenpeace, 13 Kasım 2013