Geçtiğimiz Pazar, Çanakkale'nin Karabiga beldesi şirket-devlet güdümlü çirkin bir aldatmacaya sahne oldu. Beldenin sakinleri 2008 yılından bu yana diken üstünde yaşıyor. Dikenin adı Alarko Holding ve Cengiz İnşaat ortak girişim grubu AlCen Biga İthal Kömür Santrali. Bu entegre proje, Karabiga AlCen Enerji Santrali, İskelesi ve Kül Depolama Sahasi ile Cengiz Enerji Sanayi ve Ticaret A.Ş. Alarko Karabiga Termik Santrali'nden oluşuyor. Proje hayata geçerse kültür ve doğa miraslarının iç içe geçtiği bu güzel Marmara beldesinin havası, suyu ve toprağı hızla kirlenecek.
İşte geçtiğimiz Pazar, santralin küllerini depolama amaçlı kurulacak tesisin Çevre Etkileşim Değerlendirmesi (ÇED) için halkı bilgilendirme toplantısı yapılacaktı. Toplantının yapılacağı yerde bir araya gelen halk "Karabiga'yı termikçiye teslim etmeyeceğiz" diyerek slogan atıyor, yetkilileri içeriye almıyordu. Bu şartlar altında toplantıyı yapamayacaklarını anlayan yetkililer, çareyi Biga Çevre Koruma Derneği Başkanı Kamil Aru'ya tutmayacakları bir söz vermekte buldu. Jandarma eşliğinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İl Müdürlüğü yetkilileriyle görüştürülen Aru'ya, tutanağa 'ÇED toplantısı yapılmadı' yazılacağı sözü verilerek, kendisinden halkı yatıştırması için yardım istendi. Jandarma tarafından tekrar alana getirilen Aru, bakanlık yetkilerinin verdiği sözü halka aktarıp, sakin olmalarını istedi. O sırada yetkililer de direnişçilerin anons cihazını ele geçirip 'sorusu olan var mı?' diyerek sorular soruyordu. Bu boşlukta tutanağa toplantının yapıldığı yazıldı. Böylece şirketin yapamadığını devlet yetkilileri becermiş, Karabiga halkını katakulliye getirmiş oldu. Karabiga Çevre Platformu ve Biga Çevre Derneği, usulsüzlük yapıldığı gerekçesiyle savcılığa suç duyurusunda bulundu.
Karabiga'da olduğu gibi halkın iradesini yalan ve dolanla paçavra gibi buruşturup çöpe atan ondan fazla termik santral projesi Çanakkale Kaz Dağları'nı boğmaya hazırlanıyor. Bunlardan kimisi planlama, kimisi de yapım aşamasında. Bir de ÇED süreci tamamlanan yedi altın işletmesini hesaba katarsak, bölgenin geleceğinin karşı karşıya olduğu tehdit netleşiyor.
Ancak bölgeyi bırakın, ülke de aynı tehditle karşı karşıya. Türkiye'nin meşhur 2023 hedeflerine göre on yılda mevcut kurulu güç neredeyse iki katına çıkıp, 100 bin megavata ulaşacak. Enerjide dışa bağımlılıktan kurtulmak adına nükleer enerjiyi bile destekleyen 2023 hedeflerinden kömür kaynaklı elektrik üretimine düşen pay ise 30 bin megavat. Yani kömür kullanımı şimdinin neredeyse dört katına çıkarılacak. Türkiye bu hedefe ulaşmak için mevcut kömürlü termik santrallerine elliden fazlasını daha eklenmeyi planlanıyor. Türkiye sadece on sene gibi kısa bir zaman diliminde Avrupa kıtasının bütününde planlanan kömür santrali sayısına ulaşacak.
Tüm bunlar olurken, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu 17 Nisan 2013 tarihli beyanatında "Bugüne kadar işletmeye aldığımız hidroelektrik santraller sayesinde yılda 40 milyon ton karbon salınımını önledik" demişti. "HES'leri devreye almamış olsaydık, ihtiyaç fosil yakıtlarla karşılanacak ve iklim değişikliğiyle mücadelede bir adım geride olacaktık" diye devam eden Eroğlu'nun HES'lerin temiz enerji olduğu iddaları bir yana, hangi ülkeden bahsettiğini bile anlamak mümkün değil. Zira Türkiye'nin 12 Nisan 2013'te BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi Sekretaryası'na ilettiği 2011 Yılı Sera Gazı Envanteri bambaşka verilerden bahsediyor. Türkiye'nin 1990 yılına ait toplam sera gazı salımı 187,03 milyon ton iken, 2011'de 422,2 milyona çıkmış. Yani yirmi bir sene içinde ülkenin karbon emisyonları %224 artmış. Öyle ki Türkiye dünyada karbon salımı en hızlı artan ülke.
Üstelik Kyoto Protokolü'ne taraf olmasına rağmen Türkiye'nin herhangi bir sera gazı azaltım hedefi de yok. Ancak Türkiye yine de temiz enerji teknolojileri için çeşitli fonlardan para almayı ihmal etmiyor. 2009 yılında Dünya Bankası'nın açtığı Temiz Teknoloji Fonu'ndan ilk kredi alan ülkelerden biri olan Türkiye, Uluslararası Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası ile de birlikte olmak üzere 600 milyon dolarlık borç aldı. Bu paranın %63′ünü ise teşviğe ihtiyaç duyan güneş veya rüzgâr enerjisine değil de, çoktan ticarileşmiş ve kurumsallaşmış hidrogüce dağıttı. Bu da Türkiye'nin iklim değişikliğiyle mücadele konusunda samimiyetten ne kadar uzak olduğunu gösteriyor.
Eroğlu aynı beyanında bir de Türkiye'deki cari açığın %71,5'inin enerji hammaddeleri ithalatından kaynaklandığını belirtiyor ve yerli enerji kaynaklarına yönelmekten bahsediyordu. Aynı günlerde bir açıklama yapan Çevre Hukuku Derneğİ Başkanı Hasan Sever ise Karabiga'yı etkileyecek olan termik santrali için şunları söylüyordu: "Akışkan yatak teknolojisi olan santrallara çevreci santraller diyorlar. Bunun için kireç kullanarak sülfür oranı düşürülüyor. Yerli kömürde sülfür oranı çok yüksek. Sanırım burada sülfür oranı düşük diye ithal kömür kullanacaklar. Oradaki limanı da kullanarak dışardan kömür getirilecek".
Peki Türkiye'nin 2009 yılı içindeki kömüre bağlı sağlık harcamalarının 6,689 milyon avroyu bulduğunu biliyor muydunuz? Bu sayıyla Türkiye, 82 milyon nüfuslu Almanya'yı sollayıp, AB ülkeleri içinde ikinciliğe oturuyor. Ben değil, Avrupa Sağlık ve Çevre İttifakı'nın (HEAL) 2013 Martında yayınladığı "Ödenmemiş Sağlık Faturası: Kömür Bizi Nasıl Hastalandırıyor" adlı kapsamlı araştırma öyle diyor.
Şimdi Karabigalılar ve diğer termik santral mağdurları soruyor: Ey yetkililer, bu termik santraller enerjide dışa bağımlılığı azaltmıyor, halkın sağlığını tehlikeye atıyor, ülkenin ekonomisini yiyip bitiriyor, iklim değişikliğinden en fazla etkilenmekte olan Akdeniz Çanağı ülkesi Türkiye'nin geleceğini tehdit ediyor, ve doğayı kirleterek yok ediyorken, bunlar hangi akla hizmetle inşa ediliyor? İşte Karabiga'daki zoraki ÇED toplantısında da, sokaklardaki eylemlerde de sorulması gereken soru bu.
Akgün İlhan
marksist.org, 9 Mayıs 2013