Ekolojik Sınıra Yaklaşırken
Ekolojik olanaklarımızın hızla sınırlarına yaklaşıyoruz. Küresel Ayakizi Ağı Örgütü’nün tahminlerine göre, dünya kaynakları dünyanın yerine tekrar koyabileceğinden %30 oranında daha hızlı bir biçimde tüketiliyor. Eğer bundan sonra da şu ana kadar olduğu gibi devam ederse, hesaplamalara göre 2035 yılında bütün insanlara gereken besin, enerji ve yaşam alanı sağlamak için bunun gibi bir dünya daha gerekecek. Dünyada her gün 20.000 hektarlık orman alanı kapitalist pazarlara kurban ediliyor. Yıllık hammadde tüketimi 30 yıl öncesine göre %50 daha fazla. sayısı şu an 4,3 milyar olan temiz suya ulaşamayan insanların sayısına 2030 yılında 1 milyar daha eklenecek. Çevresel sorunlar aynı zamanda ekonomik alanı da olumsuz yönde ciddi olarak etkiliyor. En önemli yaşam kaynağımız toprağın sınırsız tüketimi sonucu verim hızla düşüyor. Verimi belli seviyelerde tutmak için, beslendiğimiz toprak kimyasal bir atık deposuna dönüştürüldü nerdeyse. (1)
Kaynakların ölçüsüz kullanımına dayanan üretim ve tüketim biçimleri insan yaşamının en ince gözeneklerine kadar nüfuz etti. Etkinlik, büyüme, kalkınma, ilerleme ve rekabet toplumsal yaşamın kendini yeniden üretmesinin ana temelini oluşturuyor. Hiçbir işletme, bu kavramların dışındaki bir hayatı, bırakın oluşturmayı, düşünemiyor bile. Büyüme sendromunun dışına çıkılması gerektiği inancı gittikçe yaygınlaşıyor, fakat yaşam tarzımızı belirleyen bu sistem bizi her tarafımızdan kuşatmış durumda.
Endüstri devrimi sonrasında ortaya çıkan ve toplumları peşinden sürükleyen sanayileşme düşüncesi, ekonomik büyüme ve kalkınma yoluyla, insanları yokluktan, yoksulluktan ve adaletsizlikten kurtulacaklarına inandırdı. Hatta sosyalistler bile dünyada en hızlı büyüyen ülkeyi kurmuş olmakla övündü. Şimdi bu aldatmacayı sorgulamak zorundayız, çünkü bize öğretilenin aksine, ülke ekonomileri ne kadar daha hızlı büyürse, işletmeler ne kadar rasyonelleşirse ve ne kadar çok artı değer yaratılırsa, dünya üzerinde yoksulluk ve adaletsizlik de o kadar yaygınlaşıyor ve derinleşiyor. Çölleşme ve erozyon, ele geçirdiği toprakla birlikte dünya toplumlarını da içine çekiyor, insanlığın yeni yeni kısımlarını pazarlar açısından işlevsiz kılıyor.
Kalkınma, üretim araçlarındaki gelişim, yenilikler, keşifler, insanları yokluklardan ve yoksulluklardan korumaya hizmet etmek yerine, pazar ilişkilerine dayalı bu sistemin kendini yeniden üretmesinin koşulları haline geliyor. İnsanların çoğunun yaşam kalitesi büyüme ile ters orantılı bir çizgi izliyor. Katkıda bulunduğumuz her büyüme oranı, aynı dünyada birlikte yaşadığımız başka bazı insanların yaşamına açlık, yoksulluk, sefalet ve onursuzluk olarak çöküyor.